1 Mayıs 2020 Cuma

İçimizden birileri...


Saat 19:30, günlerden bir gün. Müzik platformlarından birinden açılmış bir müzik, kablosuz müzik sistemine bağlanmış. İçe dokunan hafif bir müzik, güzel bir ses ve değişik bir tarz. Çok parlak olmayan, akıllı ev teknolojisinden ampullerle aydınlanan bir salon. Kostarika ve Monarch kahve karışımı ile hazırlanmış bir fincan filtre kahve ile masa başında bilgisayar karşında bir şey yazma isteği ile oturmuşum. Bir yandan ezan okunuyor.


Omuzumda bir el hissediyorum. Sıcacık bir dudak da ensemde. Kısacık bir dokunuşla küçücük bir öpücük. Ellerimi klavyeden kaldırıp, sağ elimle ince beline sarılıyorum. O da boynumdan sarılıp, başımı göbeğine doğru çekip sarıyor sımsıkı. Teninin kokusu ne güzel. Çok alışkın olduğum bir koku. Parfümü ile de birleşmiş. Ne güzel.

Kahvemden bir yudum alıyor. Sonra gidip kendine de bir fincan kahveyle kitabını alıyor, karşımdaki koltuğa oturuyor. Bacak bacak üstüne atıyor. İnce bacaklarını saran taytının üstüne çekilmiş renkli çorapları, ne kadar sevimli. Bana bakıyor. Gülümsüyor, gözlüğünü takıyor ve kitabına dalıyor. Ben de O’na.

Kaç yıl oldu? Hesaplayamadım. İki arkadaştık sadece. Sonra uzun bir ayrılık dönemi. Hayat bir şekilde tekrar karşılaştırdı bizi. Üç oradan beş buradan derken ne çok yıl olmuş. İyi ki birlikteyiz.

Saçları. Uzun kahverengi, kestane, hafif de kızıllık mı var sanki? Dalgalı. Şirkete giderken önce kuaföre uğramış belli ki, fön çekilmiş.
Teni. Buğday. Gözleri. Ela. Dudakları. Bal gibi kiraz. Sivri burunlum benim. Bir insanın yüzü daha ne kadar güzel olabilir ki? Hele o gözlükler, bir insana bu kadar yakışabilir sanırım. Sayfasını çevirirken bir yudum kahve alıyor. Benim kahvem bitmiş, kahve almaya mutfağa giderken fincanına bakıyorum, daha kahvesi var.

Ne ara yıkamış bulaşığı, makineyi boşaltmış. Ortalığı toplamış. Zaten en çok bu hamaratlığı hoşuma gidiyor. Hiçbir şey zor değil O’nun için. Enerjisi o kadar yüksek ki, beni de enerjik yapıyor. Ben bu enerjiyle sanırım şu makaleyi artık bitirebilirim. Günlerdir bir satır yazamadım. Neyse bugün biter. Karşımda arada bana bakan bu kadın oldukça, enerjim yüksek. Kafamda birçok kelime. Parmaklarımın ucundan dökülüyor. Keyifli bir işim var ama bazen yetiştirme stresi yükseliyor. Kendi kendime başıma iş aldım. Bana mı kalmıştı dergiye yazılar yazmak. Şirketi çekip çevirmek yetmiyormuş gibi. Ama çok keyifli. Tıpkı O’nu seyretmek gibi. Ne okuyordu acaba? Gülümsüyor bazen, o kiraz dudaklar tebessüm edince daha da güzel oluyor.

Sabah toplantım var. Çocukların sunumunu da gözden geçirmem lazım. Ücretli çalışmak daha mı iyiydi acaba? Böyle kendi kendimin patronuyum ama yanımda çalışanları hayal kırıklığına uğratmamak için sanki daha çok ve daha fazla sorumluluk ile çalışıyorum. Neyse, parmaklarım hızlı çalışıyor. Makale bitti bitecek. Sonra sunum, sonra biraz ayaklarımı uzatırım. O da yanıma gelir, o mis kokusunu içime çekerim. 

Nokta. Kaydet. Eposta gönder. Konu, Ocak sayısı makalesi. Kime, bilgi için, bir kopya da bizim çocuklara. Ve gönder. Gitti. Gelen kutusu, sunumu indir. Aç. Sunum da güzel. Birkaç yeri not aldım, onu da eposta ile hallederim. Tümünü yanıtla. Ve gitti. Bu bilgisayarı almam iyi oldu. Hem taşıması kolay hem de hızlı çalışıyor. Tepkileri güzel. Kendisi de çok estetik. Kibar. Tıpkı O’nun gibi.

Gözlerim yorulmuş. Saat de 21:21 olmuş. Saati bu şekilde, saat ve dakika aynı gördüğünde güya sevgilin de seni düşünürmüş. Gözlerimi kaldırdım O da bana bakıyor. Acaba doğru mu bu inanış? Gülümsüyoruz, öpücük veriyoruz uzaktan birbirimize. Kitabı bitirmek üzere. Birkaç sayfası kalmış. Rahatsız etmemek lazım.

Hava kötü. Fırtına var. Camdan bakarken gözüme çarpan ağaçlar bir oraya bir buraya eğiliyor. Kar da yağacak galiba. Yağmasa keşke. Şehre kar yakışmıyor. Kar dağda, ormanda, köyde güzel. Hafta sonu bir köye doğru mu kaçsak acaba? O da gelir herhalde. Yeni aldığı botlarını denemek istiyordu. Ben de arabamı denemiş olurum. Yanımıza da güzel bir kumanya çantası, kamp malzemeleri de aldıktan sonra keyfine doyum olmaz doğanın.

Kitabı kapadı. Hafta sonu için anlaştık. Camdan yan yana dışarıyı seyrederken. Yine sarıldık. Başını omzuma koydu. Elleri üşümüş. Gerçi ev sıcak ama elleri üşür hep. Ne kadar zarif elleri var. İnce uzun tırnaklı, daima bakımlı. Yumuşacık. Pürüzsüz. Öpüyorum. Kokluyorum. Boynumdan öpüyor, bal dudakları ile.

Bu aralar birkaç kilo almış diye diyette. Karnı acıkmış. Kuru kayısı almış, kahvesiyle birlikte ondan da yiyor. Beni de kendinde benzetti. Bir deri bir kemik oldum. Hafta sonu gideceğimiz köyde güzel bir kır lokantası var. Orada güzel bir tandır yeriz. Umarım itiraz etmez. Gerçi beni hiç kırmadı ki bugüne kadar. Mutlaka yeriz. O da sever zaten.

Kapı çaldı. Yan komşu. Kestane yapmış. Sıcak sıcak. Sağ olsun, ne güzel bir insandır komşu teyze. Eşi de tonton bir amca. Çok sohbet ederiz. Balkon keyiflerimiz ne güzeldir. Görmüş geçirmiş, İstanbul beyefendisi. Emekli dış işleri bürokratı. Eşi de emekli öğretmen. Nasıl güzel bir çift. Çocukları yok ama biz onların da çocuklarıyız. O’na yarenlik yaparlar ben şehir dışındayken. Birlikte yatarlar, yalnız bırakmazlar. O da onları kendi anne babası kadar çok sever. Ben de. Her işlerine koşarız.

O güzel elleriyle soydu kabuklarını. Elleriyle yedirdi bana. Seviyor beni. Ben de O’nu. Arabasının bakımı gelmiş. Şirket ikame araç vermiş. Alışamamış. Kendi arabasını özlemiş. Geçen sene aldığım arabama göz dikmişti ki şirket imdadıma yetişti. Araba tahsis etmişler de kurtuldum. Gerçi O’na onlarca araba feda olsun. Yeter ki istesin. Dünyaları ayağına sererim elimden gelenin hepsiyle.

Su getirdi, kestanenin üzerine. Dünya varmış. Biraz ayaklarımı uzatayım derken, gözlerim kapanmış. Üzerime bir şeyler örtüyor. Gözlerim açıldı. Gülümsüyor. Karanlığıma aydınlık oluyor böyle güldüğünde. Güneşim. Yaşama değer katıyor. Biraz çalışacakmış. Beni yatırıyor, üstümü örtüp bir öpücük konduruyor dudaklarıma. Baldan tatlı.

Sabah saat sesiyle uyanıyoruz. Yataktan hızla kalkıyor. Tuvalet sırası. İyi de iki banyomuz var. Eskiden kalma alışkanlık. Ben tıraş olurken o da çaya bakıyor. Şu makineyi almamız iyi oldu. Uyandığımızda çayımız hazır. Birkaç parça kahvaltılık. Kızarmış ekmek. Ben sofrayı hazırlarken O da makyajını yapıyor. Gerçi neredeyse yapmıyor. Birkaç fırça darbesi, bir ruj. Yine şık. Bugün de siyah pantolon, mor gömlek, siyah ceket. Stilettolar. Ben kanvas, gömlek, süveter. Kışlık yürüyüş ayakkabısı. Çantamın içinde bilgisayar. Omuzumda. O çift çantalı. Biri kendi çantası biri bilgisayar ve evrak çantası. Ben almıştım. Çok beğenmişti. Yıllardır kullanıyor. Nasıl da dikkatli ve temiz kullanmış. Benim çantam daha yeni güya ama yıpranmış. Yeni çanta almaktan bahsederken asansör geliyor. Otoparka iniyoruz. Komşularımızın otoparkı da bizde. İkimiz de arabalara yönelirken birden duruyoruz. Birbirimizi öpmeden ayrılmayız. Montumu düzeltiyor. Yanağıma bir ruj izi bırakıyor. Sevmediğimi bildiği için parmakları ile temizliyor. Yine soğuk elleri. Bir doktora mı gitsek acaba? Hayır diyor. Tahlillerimi yeni yaptırdım. Kış. Olur o kadar diyor. Peki. Akşama görüşmek üzere. O’nun iş yerine yakın olsun diye burada oturuyoruz. Benim iş yerim de çok uzak sayılmaz ama O’nunkinden daha uzak. Ama O’na feda olsun.

Öğlene doğru, bir ileti geliyor telefonuma. Öğlen yemek yiyelim mi diyor. Çok isterdim ama toplantım uzadı. Hala toplantıdayım. Yetişemem O’na. Genelde haftada bir gün öğlen birlikte yemek yemeye çalışıyoruz. Kaç kere yiyebildik? iki üç ayda bir kere tesadüf ediyor. Akşam üstü bir ileti daha. Akşam yemeğine kuzenine gidelim mi diyor. Yeni evlendiler. Bana uyar ama kuzen de çalışıyor, yemek yapma telaşına sokmayalım diyorum, biz bir şeyler alıp gidelim diyorum. Çok mutlu oluyor. Kuzeni ile teyitleşip planı yapıyoruz. Akşam evde buluşup, oradan geçeceğiz.

Akşam oldu. Evdeyiz. Önce o gelmiş. Kapıyı açıyor bana. O güzel yüzünde o güzel gülümsemesiyle, hoş geldin diyor. Öpüyor yanağımdan. Yine ruj izi. Siliyor parmakları ile. Elleri ısınmış. İçim rahat ediyor. Ne alacağız giderken? Yine her şeyi planlamış. Siparişi vermiş. Geçerken alacağız. İtalyan işi. Pizza. Ama bizim özel pizzacımızdan. Özel sipariş. Çok severim. Kuzenleri de çok sever. Kendisi de salata. Belki bir dilim yer. Yediririm. Boğazımdan geçmez.

Eve dönüş. Keşke arabayla gelseydik. Nereden çıktı bu yürüme isteği. Dondum. Kendisi o kadar temkinli ki, bu sefer benim ellerim buz. Koşa koşa çıkıyorum basamakları. Asansör beklerken ısınmaya başlıyorum. İyi akşamlar teyzeciğim. Hayırdır bu saatte. Bize bakmışlar, evde yok olduğumuzu görünce, taksi çağırmışlar. Tonton amcanın tansiyonu biraz yükselmiş. Hastaneden dönüyorlar. Neyse ki önemli bir şey yok. Akşam biraz tuz kaçırmış yemekte. Şimdi her şey iyi.

Eve giriyoruz, pijamalarımızı giyiyoruz. Yarın tatil. Ne güzel. Evde vakit geçireceğiz. Ertesi gün de doğaya kaçarız. Bir film açıyoruz. Sarmaş dolaş uykuya dalıyoruz kanepede. Saat dört olmuş. Boynum tutulmuş. Kolum uyuşmuş. Kolumun üstünde yatıyor. Şimdi ben nasıl uyandırayım. Ama kolum tutmuyor. Mecburen uyandırıyorum. Yatağa geçiriyoruz. Saat yedi. Uyandırıyor. Midesi bulanmış. Biraz korkaktır. Panik yapmış. Şimdi iyi. Biraz daha uyuyoruz.

Kahvaltıdan sonra dışarı çıkıyoruz. Biraz yürüyoruz deniz kenarında. Hava pırıl pırıl. Biraz soğuk ama iyi geliyor. Çay içerken, yan taraftaki eczaneyi gösterip ben bir ilaç alayım diye kalkıyor. Sevmiyorum ilaç içmesini. Bir tane vitamin ile mide koruyucu aldığını söylüyor. Eve gidiyoruz. Yürümek çok iyi geldi. Ben biraz bilgisayara geçiyorum. O da bir mutfakta bir banyoda. Bir şeyler yapıyor. Öyle dalmışım ki işe fark etmeden saat altı olmuş. Hava kararmış bile. İçeride kestiriyor O da. Ne zaman akşam oldu? Anlamadım. Yine uyku halinde yataktayız. Çoktan uykuya dalmış. Tuhaf.

Sabah erkenden kalkıyoruz. Nevalemiz hazır. Arabanın anahtarı neredeydi sorusunun cevabını bir süre veremiyoruz. Dün araba kullanmayınca pantolonumun cebinde kalmış. Atlıyoruz arabaya ve köye doğru yol alıyoruz. Sevdiğimiz bir tepe var. Önümüz deniz, arkamız orman. Çam ağaçları halen yeşil. Havada kış güneşi. En sevdiğimiz yerlerden. Hatta birbirimizi sevdiğimizi söylediğimiz ilk yer. Durmadan olmaz. Termostaki çaydan birer bardak koyuyoruz hemen. Sıcak sıcak. Yanım geliyor. Niye sırnaştı ki şimdi bir anda?

Bir şey tutuşturuyor elime. Bu ne? Beyaz bir plastik. Üzerinde çizgiler var. Çift çizgi. Nedir bu diye soruyorum. Muzip bir gülümseme var yüzünde. Yanakları kızarıyor. Anlamsızca yüzüne bakıyorum.

Bir anda gözlerimin yerinden çıkacağını sanıyorum. Nefesim kesildi. Ne yapacağımı şaşırıyorum. Allah’ım bu nedir, nasıl bir duygu bu? Daha önce hiç tatmadığım bir şey. Kalbim yerinde değil sanki.
O kucağımda. Aşırı mutluyum. Olduğumuz yerde dönüyoruz. Gerçekten mi? Gerçekten mi? Allah’ım! Sana şükürler olsun…

Sevinçten ne yapacağımı şaşırdım. Ben şimdi yeniden yaşamaya başlıyorum sanki. Bu sefer kendim için değil ama.

O’nun için, onlar için.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...