19 Nisan 2020 Pazar

Can kırıkları...


Bir dizinin adıymış, “Can Kırıkları”. Televizyonda kanal gezerken gördüm bu adı. Gördüğüm günden beri aklımda. Can kırıkları. Ne kadar güzel bir ifade. Herkesin içinde sakladığı can kırıkları vardır mutlaka. Ben de o günden beri kendi can kırıklarımı düşünüyordum.

Canın kırılması, camın kırılmasına benzemiyor. Cam kırıldığında, parçalanır, işlevine göre belki bir daha kullanılamaz hale gelir. Ya da kırık, çatlak, bir şekilde devam eder cam kullanılmaya. Ama can öyle mi? Hani bir tabir vardır, etimden et koparıldı derler, o et kopar da acısına dayanırsın ve yaşamaya devam edersin. Can kırığı da sanırım öyle. Kırılıyor, bir parça düşüyor, bazen bu parça büyük oluyor bazen de küçük. Ama can parçalarından ayrıldıkça yok olmuyor, devam ediyor yaşamaya. Bütünlüğü kaybolmuyor, bir şeyler katıyor her kopan parça. Belki tamir ediliyor ama tamir edildiği belli oluyor, gün gelince o tamir edilen parça kendini gösteriyor, eskisi gibi olmadığını hissettiriyor.

Can kırıldıkça insan büyüyor, tecrübeleniyor. Her kırık bir şeyler katıyor. Olgunlaşma diyorlar bazıları buna, bazıları ise düşmek olarak görüyor bu kırılmaları. Düşüyorlar, bir daha düzelemiyorlar. Elbette herkesin kırılganlığı farklı, kırılmaların verdiği hisler farklı. Kimseyi eleştiremeyiz neden diye ama dik durmak gerekir her ne olursa olsun. Yaşamak kolay olduğu kadar zor, zor olduğu kadar kolay. Eğer her kırılmada düşerse insan, insan olamaz ki.  

Bazen de küçücük bir mutluluk, güzel bir güneş, mavi bir gökyüzü belki turkuaz bir deniz, yeşil bir orman görmek bile o kırıkların tamirini sağlıyor. Can kırıklarının tamiri bazen bu kadar da kolay olabiliyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...