Bir dizinin adıymış, “Can
Kırıkları”. Televizyonda kanal gezerken gördüm bu adı. Gördüğüm günden beri
aklımda. Can kırıkları. Ne kadar güzel bir ifade. Herkesin içinde sakladığı can
kırıkları vardır mutlaka. Ben de o günden beri kendi can kırıklarımı
düşünüyordum.
Canın kırılması, camın
kırılmasına benzemiyor. Cam kırıldığında, parçalanır, işlevine göre belki bir
daha kullanılamaz hale gelir. Ya da kırık, çatlak, bir şekilde devam eder cam kullanılmaya.
Ama can öyle mi? Hani bir tabir vardır, etimden et koparıldı derler, o et kopar
da acısına dayanırsın ve yaşamaya devam edersin. Can kırığı da sanırım öyle.
Kırılıyor, bir parça düşüyor, bazen bu parça büyük oluyor bazen de küçük. Ama
can parçalarından ayrıldıkça yok olmuyor, devam ediyor yaşamaya. Bütünlüğü
kaybolmuyor, bir şeyler katıyor her kopan parça. Belki tamir ediliyor ama tamir
edildiği belli oluyor, gün gelince o tamir edilen parça kendini gösteriyor,
eskisi gibi olmadığını hissettiriyor.
Can kırıldıkça insan büyüyor,
tecrübeleniyor. Her kırık bir şeyler katıyor. Olgunlaşma diyorlar bazıları
buna, bazıları ise düşmek olarak görüyor bu kırılmaları. Düşüyorlar, bir daha
düzelemiyorlar. Elbette herkesin kırılganlığı farklı, kırılmaların verdiği
hisler farklı. Kimseyi eleştiremeyiz neden diye ama dik durmak gerekir her ne
olursa olsun. Yaşamak kolay olduğu kadar zor, zor olduğu kadar kolay. Eğer her
kırılmada düşerse insan, insan olamaz ki.
Bazen de küçücük bir mutluluk,
güzel bir güneş, mavi bir gökyüzü belki turkuaz bir deniz, yeşil bir orman
görmek bile o kırıkların tamirini sağlıyor. Can kırıklarının tamiri bazen bu
kadar da kolay olabiliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder