3 Şubat 2016 Çarşamba

Pil motoru misali

Yazım Tarihi: 16.02.1996


Gelin sizinle bir pil motorundan vantilatör yapmaya çalışalım. Pil motorunun besleme girişlerine bir pil ya da adaptör yardımı ile gerilim uygulayalım. Pil motorunun ucuna taktığımız pervane dönmeye başlayacaktır. Eğer giriş gerilimini doğru bağlamışsanız, pervane arkadan aldığı havayı ileriye üfleyerek serinlemenize yardımcı olacaktır. Aksine girişleri ters bağlamışsanız, bu sefer motor ters dönecek ve önden aldığı havayı arkaya üfleyecektir, bu durumda size pek bir fayda sağlamayacaktır. 

Yurttan geyik manzaraları

Yazım tarihi: 10.02.1996
                                                                                                                                            
Kültürümüzü kaybettiğimizi düşündüğüm şu günlerde, insanların bir arada bulundukları ortamlarda yaptıkları, argoda “geyik” olarak adlandırılan, bir takım fiilleri anlatmak istiyorum sizlere.

Gizli kamera mı var?

Yazım Tarihi: 26.12.1996

Bugün, otobüste 13-14 yaşlarında bir çocukla karşılaştım., üzerinde ortaokul forması vardı. Kapının önündeki basamaklarda durmuş meraklı bir şekilde etrafa bakıyordu. Elinde, kimin için alındığı belli olmayan bir paket, pastane poğaçaları için hazırlanan paketlerden.

Devlet memuru olman dayanılmaz ağırlığı

Bu gün üniversiteden mezun olan gençlere sorsanız, büyük bir çoğunluğu KPSS sınavına girip gereken puanı alarak, devlet memuru olmak istediklerini söyleyeceklerdir.
Evet. Devlet memuru olmak bazı açılardan büyük bir avantajdır. Nelerdir bu avantajlar? Gelin şöyle maddeler halinde sıralayalım.

Atasözlerimizin güzelliği

Atalarımız ne güzel söylemişler, "okumak cahilliği alır, eşeklik baki kalır" diye. İnternet sözlüklerinde bu atasözünün anlamlarını incelediğinizde "okumanın insan hayatında yalnızca bilgi ihtiyacını karşıladığını ancak içinde art niyet varsa veya düşünme kabiliyeti yoksa eğitimin hiçbir yarar sağlamadığını anlatan atasözümüz" olarak açıklama yapıldığını görebilirsiniz. Elbette bunun dışında bir çok açıklama bulabilirsiniz veya siz de bunun açıklamasını kendiniz verebilirsiniz. Ancak, burada benim asıl dikkatimi çeken şey şu oldu. Diğer açıklamalarda olsun benim detaya girmeden vereceğim açıklamalar olsun muhtemelen göremeyeceğimiz şu iki kelime.

Art niyet.

Sanki insanlar

Yazım Tarihi: 30.11.1996 

Seyahat ederken, mesleğimden dolayı, tüm enerji nakil hatlarını incelemeye çalışırım. Bunu yaparken daima mesleki gözle inceleme yaparak tüm ayrıntıları öğrenmeye özen gösteririm. Bundan bir süre önce, yine böyle bir inceleme sırasında, bakış açım farklı bir noktaya kaydı.
Bu hatlar ne kadarda yalnız gözüküyorlardı. O kadarda ihtişamlı olmalarına rağmen. Özellikle 380 kV.'luk direkler.

Çamlıca TV Vericisine

Yazım Tarihi: 18.10.1996
Dünyanın en güzeli... - 1   
Tarih, on sekiz Ekim, saat 15:48, Abdi İpekçi Öğrenci Yurdu’nun tozlu, kırık camlı 7.etüdünde, masamda oturmuş sigaramı keyifle tüttürürken, İstanbul Boğazı’nın güzelliğinde kendimi sorguluyordum. Hava kapalı, dışarıda belediyenin kompresörünün çirkin sesi, etütte kapıyı sert kapayan, ıslık çalan, bağrışan insanlar. Bu sırada, gözlerim güneşi ararken, Çamlıca Tepesi’ndeki TV vericisine takıldı.

AKM'de bir gün

Yazım Tarihi: 30.03.1998

Atatürk Kültür Merkezindeyim. Bir kaç arkadaşım yeni tanıştıkları birileri ile kültür ortamlarına girmek için, program broşürlerine bakıyorlar, hangisine, ne zaman nasıl gitsek diye tartışıyorlar. Bense etrafta güzel kızlar var mı, kimler gelip, en çok ne tür gösterilere merak duyuyorlar diye bir istatistik yapmak için etrafı seyrediyorum. Bir kaç güzel kız, tonton teyzeler ve amcalar. Hepsi güzel vakit geçirmek için, bir şeyler öğrenebilmek için (gittiyseniz bilirsiniz) büyük döner kapıdan içeriye girip, çıkıyorlar. Bende bu kapıdan girenleri seyrediyorum. Genelde girenlerin boyları standart ve tam göz hizamda.

Seni Seviyorum

Yazım Tarihi: 15.02.1998
  
Kadıköy-Beşiktaş vapurundayım. Geminin kıç tarafında, denizi ve İstanbul’u seyrediyorum. Elimde sigaram ve bir parça simit. Kafamı kaldırıp göğe bakıyorum ve hemen martılar etrafımı sarıyor. Her zaman bembeyaz olan tüyleriyle geminin peşinden uçuyorlar. Elimdeki simit parçasını havaya atıyorum, denize düşmüyor, martılardan birinin ağzında. Martılar devamını bekliyorlar, fakat başka yok. ‘Taze simit’ diye bir ses, hemen bir simit daha alıyorum.

Küçük bir hikaye

Arabanın kapsını açarken, nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Oturdu, kapadı kapıyı. Anahtarı çevirdiğinde arabanın sesi ile irkildi ve kendine geldi. Gaza basıyordu, arabanın sesi kendine gelmesine yardımcı olsun diye. Küçük bir hamle ile yola çıktı. Direksiyon elinde olmasına rağmen sanki araba kendi gidiyordu yolda. Birkaç dönüşü nasıl yaptığını hatırlamadı, ana yola çıkıp kendine geldiğinde.

Yeni Ben

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” demiş Cahit Sıtkı. Benim için az daha yolun sonu oluyordu otuz beş yaş. Geçirdiğim bir rahatsızlık sonucunda, aslında hiç fark etmesem de tam olarak algılayamasam da sanırım yolun sonu gözükmüştü bana. Tünelin sonundaki ışığı belki görmedim o an ama şimdi düşününce anlıyorum ki, gitmek ve gelmek arasında o ince çizgide bir süre vakit geçirmişim.

Pargalı İbrahim'den alıntı...

Araftayım…

Cennetle cehennem arasında bir yerdeyim. Araftayım.
Benim ömrüm böyle mi nihayet bulacak?
Sizin yüzünüzü gördüğümde cennetinizin bahçeleri açılıyor. Saadete doğru yürüyorum.
Sizden uzakta cehennem ateşleri sarıyor ruhumu. Yanıyorum. Kadere isyan ediyorum.

Sevimsiz bir dönem...

Hayatınızda hiç istemeyerek yaptığınız ve zorunda olduğunuz için başka bir tercihinizin olmadığı fark ettiğiniz,
Köşeye sıkıştığınızı hissettiğiniz, kaçış yolu bulamadığınız, öyle bir an gelir ki gitmek isteyip hiçbir şekilde gitme şansınızın olmadığını bildiğiniz,

İlkbaharı karşılarken

İstanbul da erguvanların, Ankara da ıhlamurların zamanı geldi işte.
Sıradan hayatımızın şairi Orhan Veli'nin de dediği gibi bizi de bu güzel havalar mahvetsin, biz de istifa edelim işlerimizden, biz de alışalım bu havalarda tütüne ve âşık olalım…
Herkes bir şekilde âşık olmak ister, birini sevmek, birine canım demek ister. Ancak, bu kelimdeki anlam o kadar da hafife alınacak bir anlam değildir. Birine canım derken, bu kelimenin altında ezilmemek gerekir.
“Sevilen bir kadın can demekti... Bu yüzden en çok canım denirdi ona, ortasında bir nefeslik elif hacmiyle... Ve can artık söyleyen dudakların kalbinde feda edilmesi gereken değil, esirgenmesi gereken olurdu..."diyor yazar.

Otel odası yalnızlığı


                Karanlık, soğuk ve puslu bir şehir akşamında, otel odası yalnızlığını yaşayan adam, telefona sarıldı. Yalnızlığını paylaşmak için arayacağı kimse yoktu aslında ama telefon rehberinde gezindi durdu. Parmağı bir isim üzerinde takılı kaldı. Dokunsa arayacağı ancak aramak istemesine rağmen aramasının bir anlamı olmayacağını bildiği kadının ismi üzerinde parmağını gezdirdi. Sanki parmağı soğuk bir telefon ekranı üzerinde değil de âşık olduğu kadının dudaklarında geziyormuşçasına hayallere daldı.

Hikayenin başlangıcındaki O kadın...

Yer İstanbul. Yaz mevsimi. Hava sıcak. Çok katlı bir binanın orta yükseklikteki ardışık ofislerinin birinde, iki arkadaş kendi aralarında hem iş konuşup, hem de sohbet ederken, kapıdan giren kadın, öncelikle üzerine geldiği görüşmenin tamamlanmasını bekledi. Konu karışıktı. Piyasaya yeni sürülmüş bir deterjanın pazar payını arttırmak için yapılanlar ve yapılması gerekenler üzerine bir tartışma sürüp gidiyordu. Kadın için anlamsız ve en önemlisi kendi sorularının yanında çok da önemli olmayan konulardı.

Yine yeni bir yıl...

Bu gün bir yılın daha son günü. Ömrümüzde geçen yılların son, kaç yıl olduğunu bilmediğimiz gelecek yıllarımın da ilk günü olacak. Hayatı ne zaman kendimiz için yaşamaya başlayacağımızı bilmeden beklenen gelecek yıllar.

Hayaller ve hikayeler


İnsan bazen çekip gitmek istiyor buralardan. Nereye, nasıl, neden diye düşünmeden, sadece gitmek. Ama öyle bir durumdayım ki, kımıldayamıyorum olduğum yerden. Bir bağlanmışlık, hatta bağımlılık hissi. Çok yıllık bir ağaç gibiyim, köklerim toprağı öyle bir sarmış ki, kımıldayamıyorum. Köklerim kesilirse, kuruyup, solup gidecek gibi oluyorum, öyle hissediyorum. Gidemiyorum. Sonra da hayal dünyasına dalıyorum...

Terk Edilişler Üzerine


Bu akşam çok mutluyum. Uzun zamandan beri unutmuş olduğum bir duyguyu yeniden yaşadım. Ruhumun terk edilmişlik duygusu.

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...