3 Şubat 2016 Çarşamba

Yeni Ben

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” demiş Cahit Sıtkı. Benim için az daha yolun sonu oluyordu otuz beş yaş. Geçirdiğim bir rahatsızlık sonucunda, aslında hiç fark etmesem de tam olarak algılayamasam da sanırım yolun sonu gözükmüştü bana. Tünelin sonundaki ışığı belki görmedim o an ama şimdi düşününce anlıyorum ki, gitmek ve gelmek arasında o ince çizgide bir süre vakit geçirmişim.

Asıl önemli olan, ambulansın içerisinde hastaneye giderken hissettiklerimdi sanıyorum. Bir de tek başıma bir gece kaldığım yoğun bakım ünitesinde yaşadıklarım. Yaşadıklarım derken, fiziksel hiçbir şey yaşamadım elbette. Manen yaşadıklarımdan bahsediyorum.

Birisi ki bu kişi bir doktor, size durumunuzu söylüyor. Siz bunun ciddiyetini aslında anlamıyorsunuz. Çünkü kendinize bunu yakıştıramıyorsunuz. Yaşınız itibarı ile olsun, yaşayış şekliniz itibarı ile olsun, fikir yapınız itibarı ile olsun, “hayır”, “mümkün değil” diyorsunuz. Ancak, bir süre sonra her şeyin insanlar için olduğu klişesine kendinizi inandırıyorsunuz. Hâlbuki gerçek bu değil. Sigara, düzensiz ve dengeli olmayan beslenme, sağlığı önemseme, hareketsizlik, stres ve birçok diğer etkeni birleştirdiğinizde, yaşadığım bu olayın “her şey insanlar için” klişesi ile açıklanamayacağı, açıklamanın basit bir cümle ile olacağını anlıyorsunuz. “Bile bile lades…”

Ben yaklaşık dört yıldır düzgün bir tatil yapmamış biri olarak, hayatı işten kurulu bir insandım. Hayatımda, bir kısım durum dışında, işim her şeyden önce geliyordu. Kendimi, ailemi, arkadaşlarımı ve birçok şeyi işime feda etmiştim. Birçok şeyi de geleceğe, ertelemiştim. Neydi bu gelecek? Evlenmek, iş değişikliği, imkân bulma vb. Hâlbuki şöyle bir geriye dönüp bakınca, bunların hepsinin bir bahane olduğu, her şeyin insanın beyninde oluştuğu, isterseniz her şeyi yapabileceğinizi görüyorsunuz. Aslında ben bir kere bunu başarmış biri olarak, gerçek bir tecrübeye sahiptim. Ama nedense bu tecrübemi kullanmayı ya beceremedim, ya da istemedim. Bunu henüz bilmiyorum.
Ancak, hem ambulansta, son sürat, siren sesleri ile hastaneye giderken, hem de yoğun bakım ünitesinde kendimle baş başa bir gece geçirirken düşünme fırsatı buldum. Ne için, kimin için, ne amaçla ben bu tarz bir yaşamı seçmiştim? Bunun altında yatan gerçek sebep neydi? Sanmayın ki bütün bunların cevabını bir gecede ya da 40 kilometrelik bir yolda bulma şansım vardı. Belki de ben bulamadım. Ama en azından düşündüm. Sonucunda, şunu buldum ki, aileme bunu yapmaya hakkım yoktu. Annemle babam başta olmak üzere ailemi, kendi hatalarımdan, kendi boş vermişliğimden, umursamazlığımdan, hayatı küçümsememden dolayı, bensiz bırakmaya ya da ömürleri boyunca benimle ilgilenme zorunluluğunda bırakmaya hakkım yok. Sadece benim değil, hiç kimsenin hiç kimseye bunu yapma hakkı yok. Aslında hiç korkmadım, iki dakika dışında. Bu iki dakika da ambulans içinde geçen iki dakikaydı. “Sanırım yolun sonu, buraya kadarmış. Bu fani dünyada otuz beş yılmış benim vadem ” diye düşündüğüm tek an, bu andı. Ama aklıma, annem ve babam geldi. Onlara evlat acısı yaşatmamak için “kendini bırakma” diye telkinlerde bulundum, kalbime ve beynime.

Gelelim işin bir diğer kısmı olan manevi boyutuna. Yüce Yaratan’ın ödünç olarak vermiş olduğu bu vücuda iyi bakma zorunluluğumuzun olduğuna inanan, Allah’ın koymuş olduğu kurallara azami derecede uymaya çalışan, haramı, helali, israfı bilen ben, sigara içerek, sınırsızca yiyerek, spor yapmayarak, bir bakıma kendimle de çelişmiş olduğumu fark ettim. Nerede kaldı benim “makbul insan” olma çabam.

Kısacası, otuz beş yaşım itibarı ile ikinci bir yaşam şansı yakalamış olarak, bundan sonra yeni bir ben olma yolunda ilk adımlarımı attım. Evet, artık bir kalp hastası olabilirim. Ancak bu durum, ne keyif aldığım, çalışmaktan mutluluk duyduğum yoğun iş hayatından uzak durmama, ne sevdiğim gıdaları yememe, ne de geleceğe dair planlar yapmama engel değil. Yalnızca, bu yaşadıklarım bana düzenli ve dengeli beslenerek, ilaçlarımı düzenli kullanarak ve hayatıma sporu dâhil ederek, sigarasız bir yaşamı yaşama zorunluluğu getirdi. Sanırım bu da kötü bir durum değil. Yanlış mıyım?

Haydi, o zaman sizler de naçizane bu tavsiyelere uymak için ilk adımı atın. Yaklaşık 18 yıl çok severek içtiğim, bu süre zarfında hiç kimseye bırakmaları yönünde telkinde bulunmadığım sigarayı bırakmanızı şiddetle tavsiye ediyorum. Korkmayın, sigarayı bırakınca kilo almaktan. Her şey beyinde bitiyor. İsterseniz kilo almayacaksınız. Bu moral ile her şeyin daha güzele gittiğini göreceksiniz. Düzenli beslenin. Sevdiğiniz zararlı yiyeceklerden, yalnızca nefisinizi köreltecek miktarda, tadımlık yiyin. Şu meşhur üç beyazdan uzak durun. Ve en önemlisi, hayatınıza sporu mutlaka dâhil edin. Spor demek saatlerce birçok dalda çabalamak değildir. Yürüyün. Bu yeterli olacaktır. Bu arada, kibrit kutusu, adet, gram gibi ölçülere dayalı diyetleri de boş verin. Her şeyden az yiyin. Vücudunuz zaten ihtiyacını size bildirecektir. Vücudunuzu dinleyin yeter.
Yeni ben ile yeniden karşınızdayım. Bundan sonra her şey çok daha güzel olacak.
 
…Bir lokma ye, bir yudum iç, bir oh çekiver.
İlaç neye yarar vade gelmişse eğer.
Halk içinde muteber bir nesne yok devlet gibi.
Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi…Yen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...