3 Şubat 2016 Çarşamba

Terk Edilişler Üzerine


Bu akşam çok mutluyum. Uzun zamandan beri unutmuş olduğum bir duyguyu yeniden yaşadım. Ruhumun terk edilmişlik duygusu.
Bu seferki biraz farklı ama. Neden mi? Çünkü; bu sefer aşka bağlı bir terk ediliş değil bu terk ediliş. Bağlılık, bağımlılık, rahatlık, paylaşım, dostluk, arkadaşlık, mutluluk, keyif, heyecan, sevgi, mahremiyet, sırdaşlık, duygularının arkalarına bakmadan çekip gidişinin yarattığı genel terk ediliş duygusu bu.
Sonuçta terk ediliş diyeceksiniz ama insan bu durumda yaşayabileceğini biliyor. Hani diyor y şarkıda, “ölüm gibi bir şey” değil anlayacağınız. Terk edildiğinizi bildiğiniz halde, hala bir “belki” ile yaşayabilmenize rağmen, geri dönmeyecek olan şu güzel duyguları bulamayabileceğiniz ihtimaline karşılık, bir şeylere sığınma, sarılma, bir şeylerden kaçma, saklanma ve en önemlisi ağlama isteği hissetmiyorsunuz.
Alıştığın, sevdiğin, istediğin şeyleri kaybetmenin ve hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilmenin verdiği değişik, üzücü, bazen mutlu edici bir duygu bu. Ama ölüm gibi bir şey değil. Mutlu edici mi dedim ben.
Evet evet, mutlu edici. Sonuçta terk edilme iki taraflı bir durum. Terk edilen olduğu gibi, terk eden de var bu hikayede. Terk edilen garip bir duygu halinde ama terk edenin, terk ettiği için mutlu olduğunu bildiğinden, mutluluk verici olabiliyor. Terk ettiğine göre, demek ki mutsuzluk varmış bu ahvalde.
Çok arayacaksın, biliyorsun. Sonuçta bir alışkanlıktan vaz geçiş. Sigara alışkanlığı gibi. İçmesen de, aklının bir köşesinde hep o oluyor. Onun gibi. Ama kabulleniyorsun. Belki yapacak bir şeyin olmaması, kabullenmeni sağlıyor, ayrıca mutlu olan bir tarafın olduğunu bilmek de güzel. Ama kesinlikle ölüm gibi bir şey değil. Belki, ölüm gibi bir şey ama sen bunu hissetmiyorsun, çünkü o duygular artık senin ne bünyende ne de ruhunda mevcut. Çoktan kaybolmuş o duygular. Neden mi kayboldu o duygular? E canım, biz de doğuştan böyle değiliz ya! Biz de sevdik, aşık olduk, bize de ölüm gibi bir şey dedirten anlar, insanlar, sevgiler, aşklar oldu. Sonunda, ruh bunu fark etti, kapattı kendini, savunmaya aldı hem kendini, hem de mantığı. İkisi iyi arkadaş, ruh ve mantık. Bir de kalp var ama o biraz oyun bozan. Bu hikayede arada sırada rol çalmaya çalıştı ama ruh ve mantık işini bilir.
Ruh artık olgun. Tecrübeleri onu olgunlaştırdı ama hayat sürprizlerle dolu. Ne olacağını bilmiyor ki insan. Bir gün, o olgunlaşmış, kendinden emin ruh yine çocukluk günlerine döner. Kim bilir?
Ama şu bir gerçek artık, ölüm gibi bir şey değil bu. Çok uzun zaman önce öğrenmiş ruh aldatılmayı, ihaneti, terk edilmeyi, terk edebilmeyi, unutabilmeyi. Tamam tamam, unutma kısmı öyle kolay değil ama başarılıyız bu konuda da. Gerçek şu ki, arayacağı, unutamayacağı, unutmak istemeyeceği çok şey var. Kolay değil öyle bir çırpıda hafızayı silmek. Hatta, hafıza siliniyor mu? Ne zor iş, hem hafıza var, hem de bilinç altı. Hafızadan çıksa bile, belki de bilinç altına kaydedildi bir sürü şey. Eyvah! Ne yapacağız o zaman? Boş ver, ruh alışkın, mantık biliyor, hallederler. Kalp de iki kişinin arasındaki üçüncü kişi olarak üstüne düşeni yapar.
Bu arada, umutsuzluk mu? Yok ya hu! Ne diyor Yaradan! Bilemezsin ki, belki de Allah bundan sonra daha güzel bir kapı açar. Yeter ki, sen girmeyi umut et. Zaten her terk edilişten sonra hep daha güzel olmadı mı hayat? Öyle olmasa terk edilişler unutulup, gitmez miydi?
Unutmak mı dedim ben? Yok canım, ne unutması? Elbette ki, hayır! Yaşananlar unutulur mu hiç? Unutulmamalı zaten. Unutsaydık, ruh nasıl olgunlaşır, mantıkla nasıl arkadaş olup, nasıl kalbin önüne geçerdi? Nasıl, ölüm gibi bir şey olmadığını öğrenirdi, her yaşananın ve her terk edilişin?
Olmazsa da olur, olursa da olmaz. Tam bir çelişki, ikilem. Hayat zaten böyle çelişkiler yumağı değil mi? O yüzden ellerimizi sürekli semaya yöneltip, “Allah'ım; gönlümde olanı hakkımda hayırlı eyle, hakkımda hayırlı olana gönlümü razı eyle” diye dualar ediyoruz. Etmeyenler de  vardır elbet ama biz edenlerdeniz, erenlerdeniz.
Bir dakika, ne oluyor orada, bu parlak ışıklar da ne, bu siren sesleri? Geceyi yaran bu cankurtaran nereye gidiyor? Belli ki, ruhu birileri tarafından terk edilmemiş ama bedeni  ruhunu terk etmeye niyetlenmiş birine koşuyor. İşte şimdi başım öne eğildi. Canıyla uğraşanlar varken ben burada ruhumun saçma dertleri ile uğraşıyorum. Tamam tamam saçma demeyelim ama şimdi nereden çıktı ki bu terk edilmişlik duygusu, can korkusu yanında? Çok şükür, henüz bedenim ve ruhum iyi anlaşan arkadaşlar gibi. Bizim gibi değiller anlayacağın. Birbirlerini terk etmeye şimdilik niyetleri yok. Zaten terk ederlerse birbirlerini, ruhum en büyük terk edilişini yaşayacak. Görecek dünyanın kaç bucak olduğunu. Şimdi yaşadığı terk edilişler nedir ki? Zaten öğrenilmişlik var, ölüm gibi bir şey değil.
Güzel otobüs, yeni mi acaba? Oda ne? Belli belirsiz ışıkların arasında, kafasını otobüsün camına yaslamış bir yüz gördüm. Gecenin bir vakti, atlamış otobüse, nereye gittiğini umursamadan yola koyulmuş, gecenin derinliklerinde kim bilir neler düşünüyor, ne acılar, ne umutlar, ne sevgiler, ne terk edişler, terk edilişler. Aman canım, abartmayalım. Belki de gayet bilinçli bir şekilde, tatil olan okulundan, memleketine, ailesine, sevdiklerine, kavuşmak üzere, biletini almış, oturacağı koltuğu bile kendi seçmiş, şu anda da uykudan kafası cama düşmüş, uyudu uyuyacak anında, yalnızca yol manzarası seyreden biridir. Ama olmaz, biz kendi ön yargılarımızla yorumlayalım ve algılayalım her şeyi. Aslında, her şey o kadar net, açık, doğal ve gerçektir ki, altında afili, gizli, özel bir şey yoktur. Sadece sen neye inanmak istiyorsan ona inanıyorsundur şu hayatta. Sonra da terk et ya da terk edil. Olacak iş mi bu? Tecahülü Arif sanatına ne gerek var.
Hey! Vaay! Kim bu gelenler? Kız güzelmiş, erkek ise bence sefil bülo. İlla beğenmeyeceğiz ya! Yaşasın kıskançlık. Hatırlarsınız siz de, hiç öyle numara yapmayın, hem cinsini beğenen kim var ki? Sevgili kesin bunlar. Aşk, meşk işlerine dalmışlar. Elleri bir türlü ayrılmıyor, hem masanın altında hem de üstünde. Gülüyorlar. Hem gözleri ile hem dudakları ile hem de kalpleri ile. Kalplerini nereden gördüm diyeceksiniz ama kesin öyledir. Bu da benim yargım. Size ne? Aman canım! Bu kadar da mutlu olunmaz ki! Olanı var olmayanı var. Ayıp, düşüncesizler sizi. Bu arada olmayan mı dedim ben? İyi de istesen senin de olacak diye bir ses geldi. Kim o? Ha! Yabancı değil, iç sesimmiş. Arada böyle yırık dondan fırlar gibi fırlıyor. E birader, fırladın yine ortaya ama bu iş istemeyle olmuyor ki! Sanki sen de bilmiyorsun. Kendi kendine oluşacak bir duygu değil mi bu? Hangi duygu mu? Aşk ya hu aşk. En azından ben böyle biliyorum, böyle gördüm, böyle yaşadım, böyle bildim. İstisna mı? Yok vallahi, bende istisna olmadı hiç. Ne yapayım?
Of! Dikkatim dağıldı bak yine. Yan masadaki çocuk ayağını sallıyor anlamsızca, sandalyesinde. Sakince duramaz ki bu veletler de. Bir de mızmızlanmaya başladı ki! Bir de çocuk güzel şey diyorlar. Güzel mi hakikaten? Bilmem. Çocukları seviyorum ama bitebilen bir sevgi bu, sonsuz değil. Tamam, babalık öğrenilen ve vaz geçilemeyen, sonsuzluğa gidecek bir duygu. Lafım yok da! Da’sı, bunu da istemek, hazır olmak lazım sanırım. Uzaktan tüm çocukları seviyorum, sevimli yaratıklar. Komik, saf. Sevginin en saf hali işte. Dahası yok. Ama kusura bakmayın da ben bu yaştan sonra, maymun olamam. Olamam mı? Bilmem, istediğim her şeyi oldum. İstersem maymun da olabilirim, yavrumun maymunu olmaksa, çok kolay olur. Ama bunu bana kim istettirecek? Henüz kimse yok. Gelecek ise bilinmiyor.
Uykum geldi. Ruhumu, ne zamandır özlediği şu terk edilmişlik duygusuyla baş başa bırakmak istiyorum. Bu duyguyla yatağa giresim, onunla sevişesim var. Çılgınca, hunharca. Ama ya bu sefer de alışırsa? Yine eskiye dönecek ve hiçbir kadına güvenmeyecek mi? Sanırım daha yatağa girmeden alıştı bile. Kapadı kapılarını kalbin, açtı kapılarını en yakın arkadaşı olan mantığın. Koruma haline geçti; şu büyük kasırgalarda, evlerin kapılarını, pencerelerini kapatıp, sığınaklara inilmesi gibi, kendi sığınağına girdi. Erzak da çokmuş, uzun bir süre çıkmaz artık oradan. Bir süre özlemle baş eder, sonra zaten zaman her şeyin ilacı.
Süre başladı...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...