Kadıköy-Beşiktaş vapurundayım. Geminin kıç tarafında, denizi ve İstanbul’u seyrediyorum. Elimde sigaram ve bir parça simit. Kafamı kaldırıp göğe bakıyorum ve hemen martılar etrafımı sarıyor. Her zaman bembeyaz olan tüyleriyle geminin peşinden uçuyorlar. Elimdeki simit parçasını havaya atıyorum, denize düşmüyor, martılardan birinin ağzında. Martılar devamını bekliyorlar, fakat başka yok. ‘Taze simit’ diye bir ses, hemen bir simit daha alıyorum.
Küçük parçalara bölerek martılara atıyorum, bir kaç parçası denize düşüyor, hepsi martılar tarafından havada kapışılıyor. Sonra birden gözüm vapurun pervanesinin çıkardığı köpüklere takılıyor. Çirkin bir renkte olan deniz suyuna rağmen, köpükler bembeyaz insanı saflığa ve temizliğe itiyor. Mutluyum denizi ve İstanbul’u doya doya seyretmekten. Karşıdan başka bir şehir hatları vapuru geçiyor, kaptanlar selamlaşıyor ‘vooup-vooup’, irkiliyorum. Kız Kulesi’ni seyretmeye dalmışım. Kral’ın kızı için yaptıklarını düşünüyorum, ne yaparsan yap ecelin geldiyse kurtuluş yok. Bunları düşünmek istemiyorum şu anda. Güzelliği yaşamak, su sesi ile ruhumu dinlendirmek istiyorum. Motorlar birden duruyor, küçük bir panik yaşıyorum, ne de olsa denizin ortasındayız. Arkama bakıyorum ki, herkes çok sakin, meğer iskeleye yanaşmaya çalışıyoruz. Kaptan biraz acemi diye düşünüyorum. Ben olsam daha iyi yanaşırdım diye bir geyik yapıyorum kendi kendime. Yanaşıyoruz, her zaman ki gibi birçok kişi köprüleri beklemeden iskeleye atlıyor. Ben köprüleri bekliyorum, çünkü kötü bir anım var, sütten ağzı yanan kişi misali.
Bir keresinde, vapura binerken, iskeleden vapura atlamaya kalktım ve kafamı o demir yığını vapurun girişindeki tavan kısmına çarptım ve neye uğradığımı şaşırdım, hani az daha denize doğru bir pikeye başlıyordum diyebilirim.
Vapurdan indim, yine o rezalet, kalabalık, gürültü dolu şehre adımımı attım. Nefret ediyorum bu şehirden, üniversite yıllarımda yedi bitirdi beni.
Küçük parçalara bölerek martılara atıyorum, bir kaç parçası denize düşüyor, hepsi martılar tarafından havada kapışılıyor. Sonra birden gözüm vapurun pervanesinin çıkardığı köpüklere takılıyor. Çirkin bir renkte olan deniz suyuna rağmen, köpükler bembeyaz insanı saflığa ve temizliğe itiyor. Mutluyum denizi ve İstanbul’u doya doya seyretmekten. Karşıdan başka bir şehir hatları vapuru geçiyor, kaptanlar selamlaşıyor ‘vooup-vooup’, irkiliyorum. Kız Kulesi’ni seyretmeye dalmışım. Kral’ın kızı için yaptıklarını düşünüyorum, ne yaparsan yap ecelin geldiyse kurtuluş yok. Bunları düşünmek istemiyorum şu anda. Güzelliği yaşamak, su sesi ile ruhumu dinlendirmek istiyorum. Motorlar birden duruyor, küçük bir panik yaşıyorum, ne de olsa denizin ortasındayız. Arkama bakıyorum ki, herkes çok sakin, meğer iskeleye yanaşmaya çalışıyoruz. Kaptan biraz acemi diye düşünüyorum. Ben olsam daha iyi yanaşırdım diye bir geyik yapıyorum kendi kendime. Yanaşıyoruz, her zaman ki gibi birçok kişi köprüleri beklemeden iskeleye atlıyor. Ben köprüleri bekliyorum, çünkü kötü bir anım var, sütten ağzı yanan kişi misali.
Bir keresinde, vapura binerken, iskeleden vapura atlamaya kalktım ve kafamı o demir yığını vapurun girişindeki tavan kısmına çarptım ve neye uğradığımı şaşırdım, hani az daha denize doğru bir pikeye başlıyordum diyebilirim.
Vapurdan indim, yine o rezalet, kalabalık, gürültü dolu şehre adımımı attım. Nefret ediyorum bu şehirden, üniversite yıllarımda yedi bitirdi beni.
İşimi hallettikten sonra tekrar diğer kıtaya geçmek için harekete geçtim. Fakat bu sefer, vapuru kaçırdığım için kara yolu ile geçmek zorundayım. Otobüse bindim, ‘dırılıt-dırılıt’ akbilimin sesi ile neşelendikten sonra balık istifi araçta ilerlemeye çalışırken yine bu şehre lanet okumaya başladım, ‘senden nefret ediyorum, İstanbul’.
Yoğun trafikte, boğaz köprüsüne ulaşabildik. Yol berbat kalabalık. Köprüdeyim, bir tarafım deniz, diğer tarafım yine deniz. Pırıl pırıl bir gece, denizden yansıyan şehrin ışıkları, ışıklandırılmış tarihi ve turistik binalar. Bir kere daha düşündüm, balık istifi durumunda. Ne dersem diyeyim, ne yaparsam yapayım, sen bana ne yaparsan yap, ne sıkıntılar çektirirsen çektir, senin gibi bir şehri sevmemem mümkün mü? Ne kadar laf söylesem de senden bir iki gün uzak kaldığımda seni ilk günkü heyecanımla özleyen ben değil miyim.
Anlıyorum ki seni çok ama çok seviyorum
İSTANBUL'um...
Çok güzel anlatmış ve yorumlamissin. Bir cirpida okudum�� Kalemine sağlık. Sadece yazi karakterinden sanırım bazi harfler çıkmamış ama yazı o kadar güzel ki, cok takilmiyorsun. Sevgiler...
YanıtlaSil