3 Şubat 2016 Çarşamba

Küçük bir hikaye

Arabanın kapsını açarken, nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Oturdu, kapadı kapıyı. Anahtarı çevirdiğinde arabanın sesi ile irkildi ve kendine geldi. Gaza basıyordu, arabanın sesi kendine gelmesine yardımcı olsun diye. Küçük bir hamle ile yola çıktı. Direksiyon elinde olmasına rağmen sanki araba kendi gidiyordu yolda. Birkaç dönüşü nasıl yaptığını hatırlamadı, ana yola çıkıp kendine geldiğinde.

Yoldaydı. Gidiyordu. Peki nereye? Artık kendine gelmişti. Radyoyu açtı, birkaç kanal taradı. Beğenmedi. Bir disk çıkardı torpidodan. Adına bile bakmadan koydu, disk çalara. Şansına mı yoksa her zaman en üstte durduğu için mi bilinmez, en sevdiği disk çalmaya başladı. Mırıldanmaya başlamıştı bile yolda giderken, diskte çalan şarkıları. Keyiflendi. Bir sigara yaktı. Bu sırada telefonunu çıkardı, kulaklığını ayarladı. Nereye gittiğini bilmese de yolda ceza yemek istemiyordu. Telefonunu kapatmayı sevmezdi. Arayanları reddettiği pek olmazdı ama tam bu sırada bir telefon geldi. Reddetti. Şarkı söyleye söyleye, sigarasını tüttüre tüttüre devam ediyordu yoluna. Ama nereye gittiğini bilmiyordu hala. Yaklaşık 50 km gittikten sonra yol tabelaları iki yön işaret ediyordu. İstanbul. Ankara.
Oldum olası Ankara’yı sevememişti. İş için gidiş gelişlerinde tek olmadığı zaman keyif alırdı ama şairin dediği gibi Ankara’nın en güzel yanı İstanbul’a dönüşüydü O’nun için. Aslında Ankara’ya da gitmesi gerekiyordu ama arabanın yönünü İstanbul’a çevirdi. “dıt” sesini duyduğunda gaza basmanın vakti geldiğini anladı. Otobanlarda bir türlü yavaş gidemiyordu. Hız göstergesi hızla yükseliyordu. Bu sırada gözü yakıt göstergesine takıldı. İlk istasyona girmeliyim diye düşünürken, en sevdiği parça çalmaya başladı, diskçalarda. Sesi açtı, ayağı pedala daha sert basmaya başladı. Hız, müzik, sigara. Gökyüzünde grup rengi. Ne büyük bir keyif. İleride istasyonu görünce, yavaşlamaya başladı. Yakıt alırken, marketten de yiyecek, içecek bir şeyler alıyordu. Elbette birkaç paket de sigara. Lavaboya gitti. Geldiğinde, arabanın camları temizlenmiş, güler yüzlü bir görevli anahtarını uzatırken, cebinden bahşiş verebilmek için para çıkartıyordu ki, bir ses duydu. Bir kadın sesi, kendi adını söylüyordu. Arkasını döndüğünde, simayı hatırlamamasına rağmen sesinden tanıdık biri olduğunu algıladığı, sarı saçlı, mavi gözlü kadını gördü. Şaşkınlık, merak ve tanıyamamanın verdiği mahcuplukla kendine doğru gelmekte olan kadına bakakaldı.
Tanımadın mı beni?
Hey! Nerden çıktın sen? Ne işin var burada?
Uzun bir kucaklaşma ve öpüşme faslından sonra;
İşin doğrusu ilk anda tanıyamadım ama sonra hatırladım. Kaç yıl oldu görüşmeyeli?
Tam olarak 2 yıl 4 ay.
Nasıl hatırlıyorsun bu kadar net?
En son okula kabul edildiğim gün görüşmüştük. Biraz önce arabada da bu süreyi konuşuyordum. Ondan dolayı. Yoksa başka bir sebebi yok.
İmalı gülüşmeler…
Hayırdır! Ne işin var burada bu saatte?
Bizim şantiye vardı burada. İş bitti. Tüm personeli gönderdim. Birkaç işi de tamamladıktan sonra biraz önce ayrıldım şehirden. Peki ya sen?
Ben de bir toplantı için, okuldan bir arkadaşımla buradaydık. Biz de işimizi bitirdik dönüyoruz. O da marketten bir şeyler alıyordu. Gelir birazdan. A bak! Geliyor zaten.
Tanıştırayım
Memnun oldum.
Biraz önce dayım aradı. Yolda onlara uğramam gerekiyor. 1 gece kalırız hem de. Sorun olmaz değil mi, senin için? Ama istersen, seni İstanbul’a bırakıp, dönebilirim. Önemli değil.
Hadi ya!
Sen nereye gidiyorsun?
İstanbul’a.
Beni de götürürsün değil mi?
Elbette.
O zaman seni satıyorum kızım. Ben araç değiştiriyorum.
Ya! Gel işte. Kalırız bir gece. Bizim oraları da görmüş olursun.
Yok yok. Ben de ne zamandır görmediğim bir arkadaşımı bulmuşum. Biraz onunla vakit geçiririm. Sorun olmaz.
Ayıp olur ama sana.
Saçmalama.
Hadi bavulumu alayım.

Yahu senin de bu kamyonet merakın nedir? Çamur içinde hem de. Binmesi de ne zor.
E kızım işimiz bunu gerektiriyor. Ben senin gibi bürolarda dirsek çürütmüyorum. Şık şık elbiseler içinde.
Yola çıktılar. Biraz hız yapınca hemen ikazı yedi. Yavaşladı. Uzun bir yol, güneş de battı. Farlar yandı. Sohbet koyu. Birden bir sessizlik oldu. Sessizliği bozan yumuşak bir ses ile
Neden ayrıldık biz?
Birden şaşırdı. Hatta araba bile bundan dolayı biraz savruldu.
Nereden çıktı şimdi bu?
Kimse var mı hayatında?
Hayır. O günden sonra hayatıma kimse giremedi.
Neden? Ayrıca, neden ayrıldık biz?
Gerçeği mi istiyorsun, yoksa tatmin olacağın bir cevabı mı?
Elbette gerçeği.
Çünkü sana aşıktım. Seninle evlenmek istiyordum. Ama sen…
Ben ne?
Sen yurtdışına gidecektin ve ben gitmene, sensiz kalmaya dayanamayacaktım.
Neden söylemdin bana bunu?
Çok istiyordun çünkü. Hedeflerin vardı. Ben engel olmak istemedim. O yüzden de sana herhangi bir teklifte bulunmadım. Zaten o zamanlar erkendi evlenmek için.
Elbette, evlenmemiz uygun olmazdı o zamanlar ama neden beni havaalanında yolcu ettikten sonra bir daha aramadın. Mesajlarıma cevap vermedin. Telefonlarım hep yanıtsız kaldı.
Aşıktım diyorum ya! Söyleyeceğim bir şey seni ideallerinden vazgeçirebilir diye düşündüm. Çünkü sen gittikten sonra, kendimi çok yalnız hissettim. Arkadaşlığına, sevgine o kadar çok alışmışım ki. Seni düşünmediğim bir günüm geçmedi.
Bunların hepsini biliyordum.
Nasıl? Nereden?
En yakın arkadaşımızı hatırlasana.
Eee?
Sürekli O’nun vasıtası ile senden bilgi alıyordum. Her şeyi biliyordum.
Peki neden bana bir şey söylemedin?
Telefonlarıma, mesajlarıma cevap vermedin.
Vermedim değil. Veremedim.
Yurt dışından döndükten sonra da sana ulaşamadım. Şirketinden, yurt dışında olduğunu söylediler. Ayrıca, bir kadından bahsettiler.
Kadın mı?
Evet.
Ha! O mu? O senin yerine hayatıma dahil etmeye çalıştığım, 1 ay dayanabildiğim biriydi.
Hey! Burada çok güzel bir göl manzaralı otel var. Burada kalalım mı? Zaten geç oldu ve yolumuz var hala.
Nasıl ya?
Dön dön. Hadi uzatma. Balığı da çok güzel yapıyorlar. Gerçi sen balık tercih etmezsin ama olsun.
Birlikte mi kalacağız?
Elbette hayır. İki oda tutacağız.
O manada sormadım. Yani beraber vakit geçirmek mi istiyorsun?
Bu sorusuna cevap alamadan otele geldiler. Odalarına çıkıp, hemen lobiye indiler ve yemek salonuna geçtiler. Otel oldukça kalabalıktı. Bir firmanın çalıştayı vardı.
Yemeğe başladıklarında;
Senin hayatında kimse var mı?
Elbette yok. Bilmiyor musun beni. Seni bile hayatıma dahil ederken ne kadar zorlanmıştım. Beni bir daha aramadığın için de zaten yeterince kırıldığımdan kimseyle bir ilişki kuramadım. Zaten kuramazdım da.
Neden?
Aptal. Ben seni o kadar çok seviyordum ki.
İkisi de birbirini hala çok sevdiğini itiraf ederek başladıkları yemeğin sonunda ki; salonda kimse kalmamış ve garsonlarda servisleri toplayıp, bir demlik çayı masalarına bırakıp temizliğe başlamışlardı. Salondan çıkıp, göl kıyısına indiler. Yürümeye başladılar. Hava serinlemişti. Birbirlerine daha da yakınlaşarak yürüdükleri yolda her ikisi de birbirlerine, uzak olarak geçirdikleri günlerde neler yaptıklarını, neler başardıklarını, neleri yapamadıklarını anlatıp duruyorlardı.
Hey! Saat 4 olmuş.
Hadi canım. Koş hadi.
Neden? Nereye?
Otele, geç oldu.
Niye koşuyoruz peki.
Gerçekten. Niye koşuyoruz?
Hala gece geç kalma konusunda tedirginlik yaşıyorsun değil mi?
Evet.
Yıllarca babandan 11’e kadar izin alıp durdun. İki ayağımı bir pabuca soktun, hala aynısın.
Bir şey itiraf edeyim mi? Aslında babam seni tanıdıktan sonra, hiçbir zaman sınır koymamıştı bana.
E niye peki beni yıllarca acele ettirdin?
Senin yanında kendimi çok güvende hissediyordum ve senin benden isteyebileceğin bazı şeylere karşı koyamayacağımı düşünüyordum. O yüzden.
Hiç değişmedin değil mi? O yüzden iki oda tutturdun bana ama muhtemelen bu gece uyumadan sohbete devam edeceğiz. Çünkü benim uykum kaçtı yok ve seni de uyutmam.
Muhtemelen. Benim de uykum yok. Hele seni bulmuşken, uyumak istemiyorum.
Otele döndüklerinde, lobi görevlisine şömineyi yaktırdılar ve karşısında oturmaya ve sohbet etmeye devam ettiler. Saat 7’yi gösterirken, güneşin ışıkları gözlerine vurdu ve
Biraz uyuyalım mı?
Olur. Zaten araba kullanacaksın. Biraz uyuman iyi olur.
Gitmesek olmaz mı? Bir gece daha kalalım burada.
Annemden izin almam lazım ama.
Ara o zaman.
Tüh! Telefonumun şarjı bitmiş. Şarj cihazı diğer arabada kaldı benimki, senin şarjın var mı?
Hayır. Benim ki de bitti. Odamdan al istersen şarj aletini.
Hadi birlikte çıkalım.
Tamam ama sen çık ben 1 gece daha yer ayarlayayım. Geliyorum.
Tamam. Nerede şarj aleti?
Bavulumda. Bu arada annen uyanmış mıdır?
Elbette, hala her sabah 6 da kalkar. Babamı uyandırır.
Yukarı çıktı, bavulu açtı ve bir resim çerçevesi gördü. Kendi resmi. Çerçevenin arkası birden düşü ve fotoğrafın arkasında bir yazı gördü. “Ben seni hiçbir zaman unutmayacağım”
Kapı açılmasıyla irkildi. Göz göze geldiler. Hiçbir şey söylemeden çıktı odadan. Odasına gittiği, annesini aradı iznini aldı ve kendini yatağa bıraktı. Gözleri tavanda bir noktaya sabitlenmiş bir şekilde resmi, O’nu, kendini, geçmişi düşünüyordu. Saat 10’a doğru kapısı çalındı. Karşısında uykudan ayılamamış bir şekilde duran adama bakarken birden boynuna atladı ve ağlamaya başladı.
Ne oldu? Niye ağlıyorsun?
Seni çok özledim. Seni çok seviyorum. Ne olur beni bırakma.

Hadi kahvaltı yapalım ve gidelim.
Neden? Kalmıyor muyuz?
Hayır. Vazgeçtim kalmaktan. Dönüyoruz.
Ama neden?
Uzatma hadi. Gidelim.
Sessizce yapılan bir kahvaltıdan sonra, asık suratla zorlanarak bindi kamyonete. Müthiş bir hızla İstanbul’a doğru gidiyorlardı ve yol boyunca hiç konuşmadı. Gözleri doluyor ancak ağlamamak için zor tutuyordu kendini. Birkaç saatlik yolda neredeyse yarım paket sigara içti. Evinin önünde, kapıyı açtı, indi. Bavulunu aldı. Hoşça kal diyebildi sadece.
Eve girdiğinde evde garip bir hava sezdi. Annesi mutfakta bir şeyler yapıyor, babası salonda koltukları düzeltiyordu. Alışkın olmadığı bir hava vardı. Buna rağmen konuşacak mecali olmadığından, “ben geldim ve çok uykum var yatıyorum” diyebildi sadece.
Bir saat sonra annesi kapısını açtı ve uyandırdı.
Kalk hadi. Hazırlan. Misafirimiz gelecek.
Aman anne! Bana ne. Ben yatıyorum.
Kalk dedim.
Kızım. Anneni tersleme, kalk diyorsa kalk.
Off! Kim gelecek?
Cevabı alamadan kapı zili çaldı. Bir telaşla kapıya koştu. Babası açmıştı zaten kapıyı. Kapı önü selamlaşmasından sonra tanıdık sesler algıladı kulağı. Alelacele giyindi, saçlarını taradı. Hafif bir makyajdan sonra, salona girdiğinden birden kalakaldı.
Sabah, kapının önünde ayrıldığı, bazı şeylerin bittiğini, küllenen duyguların bir daha alevlenmeyeceğini düşündüğü ve bir daha görüşemeyeceklerinden emin olduğu “O“karşısında, ayakta, elinde bir küçük kırmızı kutu, kapağını açmaya çalışıken takındığı o sevimli haliyle, anneler ve babalar yüzlerinde mutlu ve heyecanlı bir gülümseme ile ikisini seyrediyordu.
Benimle evlenir misin?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...