İnsan bazen çekip gitmek istiyor buralardan. Nereye, nasıl, neden diye düşünmeden, sadece gitmek. Ama öyle bir durumdayım ki, kımıldayamıyorum olduğum yerden. Bir bağlanmışlık, hatta bağımlılık hissi. Çok yıllık bir ağaç gibiyim, köklerim toprağı öyle bir sarmış ki, kımıldayamıyorum. Köklerim kesilirse, kuruyup, solup gidecek gibi oluyorum, öyle hissediyorum. Gidemiyorum. Sonra da hayal dünyasına dalıyorum...
Yazları sıcak ama rahatsız etmeyen, kışları ılık ve üşütmeyen bir iklimde, küçük, şirin deniz kıyısı bir kasabada, orta halli bir taş evde yaşayabilmek ne güzel olur değil mi?
Sabah ezanıyla uyansam, okuduğum kitabımı sehpaya bırakıp, apliği kapatsam. Bahçesinde meyve ağaçları, sebze ekilmiş bostanları, süs bitkileri ile yemyeşil çimleri olan, kulübesinde yatan, beni gördüğünden hemen gözlerinin içi gülen ve kuyruğu sallanmaya başlayan en iyi arkadaşım ile deniz kenarında sabah yürüyüşü yapabilsem.
Yürüyüş sonrası, elimde ekmeğim, gazetem ile bahçemin sıcak görüntüsü içinde geçip evime gelsem. Çay suyunu koysam elektrikli ısıtıcıya, su kaynadıktan sonra demlik poşetinden iki tane atsam demliğe, bir tane de bergamot aromalı bardak poşet koysam, üzerine kaynamış suyu döksem. Kalanını da çaydanlığa koyup, ocağın altını yaksam. Çayım demlenirken, verandamdaki saksıda duran sardunyalarımı sulasam. Kahvaltı masamı hazırlasam. Emine teyzenin kendi bahçesinden topladığı zeytinleri koysam bir kaseye, üzerine, Ekrem amcanın yaptığı zeytin yağından döksem, bahçemden topladığım ve kuruttuğum kekiklerden serpsem üzerine. Dalından henüz kopardığım domates, salatalık ve biberi yıksam, dilimlesem bir tabağa. Halime annenin kendi elleriyle yaptığı peynirinden bir kaç dilim koysam sofraya. Kasaba meydanında, eşinin yaptığı ev yapımı malzemeleri satan Ahmet amcadan aldığım kahvaltılık sosları çıkarsam dolaptan. Sonra bin bir güçlükle oğluyla birlikte arılara söz geçiren ve güzelim balını benimle paylaşan Kemal’in balından bir kaseye akıtsam. Kaseye akarken, o güzel görüntüde dalıp gitsem sarının güzel tonlarına. Kavanozun kenarında kalan son damlaları parmağımla sıyırıp yalasam, damağımda hissetsem o güzel tadı.
Ekmeği dilimlesem, ekmek tabağına. Öyle bir ekmek tabağı ki, elimle topladığım çalılardan yaptığım, kurutup, boyayıp, desen çizdiğim. İnce belli bardağıma demlenmiş çayımı koyarken, çıkan buhardan gözlük camlarımın buğulanmasından dolayı, suyu fazla kaçırıp tabağa taşan suyu boşalttıktan sonra, oturup sedirime, göz ucuyla gazete başlıklarına bakıp, kahvaltıma başlasam.
Ekmeği dilimlesem, ekmek tabağına. Öyle bir ekmek tabağı ki, elimle topladığım çalılardan yaptığım, kurutup, boyayıp, desen çizdiğim. İnce belli bardağıma demlenmiş çayımı koyarken, çıkan buhardan gözlük camlarımın buğulanmasından dolayı, suyu fazla kaçırıp tabağa taşan suyu boşalttıktan sonra, oturup sedirime, göz ucuyla gazete başlıklarına bakıp, kahvaltıma başlasam.
O sırada bahçe kapısından başını uzatıp, günaydın diyen ve taze sütten yine istemiyor musun diye, bıkıp usanmadan her gün soran Halim amcaya, utanarak ve sıkılarak teşekkür etsem, duacı olsam beni her gün düşündüğü için.
Birden aklıma gelse, radyoyu açmadığım, çay koymak için kalktığımda bir yandan da radyoyu alıp masaya koysam. Kahvaltıya bundan sonra radyo eşliğinde devam etsem. Bir yandan gazetede köşe yazısı okurken, kulağım radyodaki ezgilere takılsa, arada mırıldansam içten içe.
Üçüncü bardak çayımı koymaya kalkarken, sofrayı toplasam, masayı temizlesem, bulaşığı hemen yıkasam. Nasılsa bir tabak bir çatal ve bıçak. Makineye tıkmanın ne anlamı var, değil mi?
Keyif çayımı alıp, tekrar çıksam verandaya, keyif sigaramı yaksam, tırabzana dayanıp, bahçemi ve ilerideki dağın silüetini seyrederken, derin bir nefes çeksem. Biraz başım dönse, günün ilk sigarası olduğu için, dönüp masada duran bardağımdan bir yudum çay alsam. Paşam da gelip verandanın önünde benim dikkatimi çekmek için türlü türlü oyun yapsa, topunu alıp fırlatsam, o koşarken izlesem içindeki eğlence dürtüsünü ve içgüdüsel tepkilerini.
Sonra çıkarsam terliklerimi, çıplak ayakla insem bahçeye, açsam musluğu alsam hortumu, çiçeklerimi sulasam önce, sonra bostana geçip sebzelerimi sulasam. Ayaklarıma da tutsam buz gibi kuyu suyunu. Paşam da peşimde dolaşıp, suyla oynasa, gelip geçse hortumun altından. Islandıkça tüylerini kurulasa. Ayrık otlarını temizlesem arada, ellerim toprağa değse, çamur olsa, burnumu kaşırken, toprak kokusunu hissetsem.
Bahçem suya doyduktan sonra, kendi susuzluğumu gidersem. Kahvemi yapsam ocağın başında. Radyoda çalan şarkıya eşlik ederken. Sonra açsam bilgisayarımı, günlük postalarımı kontrol etsem. Yıllardır tutmak istediğim ama bir türlü tutamadığım ajandama notlarımı alsam. Cevap vermem gereken iletilerime hızlı hızlı yazsam beklenen cevapları.
Sonra birkaç saat çalışsam, ne de olsa hayat para kazanmadan yaşanmıyor. Danışanlara, bildiklerini ve bilmediklerini satsam. Ama, ne çok büyük hırslarla ne de çok para peşinde olarak. Yeteri kadar. Hem kendime, hem ihtiyacı olanlara. Bu arada, dün kira günüydü değil mi, desem. Banka hesabıma baksam, kiracım kirasını yatırmış mı diye. Alın terimle kazanıp aldığım, koca şehrin kalabalığında bıraktığım evim ve o günlerim aklıma gelse.
Üzerimi değişsem, bir pantolon, bir tişört, insem kasaba meydanına. Himmet Ağa ve eski muhtar Resul, Kanuni Resul ile selamlaşsam. Biraz sohbet için tahta iskemleyi çeksem yan masadan. Kahveci Mustafa hemen çayımı getirse, daha ben ona selam bile verememişken. Hoş beş etsem bir süre. Himmet ağanın ikram ettiği sigarayı reddetsem, ona da içirtmesem. Sonra yan masaya dönsem. Doktor Kemal, dün akşamki eşli batakta galip gelmenin zafer sarhoşluğu ile bana gülse, göz kırpsa, İmam Şerafettin de daha kahveye gelmeden uzaktan dün akşamki zaferin edasıyla dalgasını geçse. Gözlerim dün akşamki oyun eşimi arasa, bulamasam. Nerede diye sorsam. Utancından çıkamamıştır diye dalga geçseler Doçent Tolga ile. Yancı Ali, mesleğinin verdiği eda ile hemen bizi savunmaya geçse. Gülüşsek.
Sonra Tolga gelse, arabayla. Dün akşamı hiç yaşamamış gibi, ben okula gidiyorum şehre gelen var mı dese. Ben bir saat sonra gideceğim, bir görüşme için. Öğlen buluşalım da baklavaları alalım, sonra Doktor’un dilinden kurtulamayız desem.
Eve dönsem, üzerimi değişsem, bir takım elbise, bir kravat. Atlasam arabaya, şehre insem, toplantıya katılsam. Şehrin kalabalığından zor atsam kendimi köye, hemen eve koşsam. Üzerimi değişsem, bir pantolon, bir tişört. Bir fincan su ısıtsam, kahve içsem. Sonra kapı açılsa. Fikriye Hatun gelse. Şaşırsam, hatırlasam. Bu gün temizlik günüydü değil mi desem. Hemen çıkıyorum, rahat rahat çalışın desem, Paşam’ı alıp çıksam. Fotoğraf makinemi omuzuma assam. Güzel havanın o güzel manzaralarını çeksem. Dursun Reis ile karşılaşsam, balık kasalarını taşımasına yardım etsem teknesinden. O sırada teknenin elektrik arızasına baksam, bir saat sürse de sonunda tamir edebilsek birlikte. Hayır duasını alsam. Saate baksam, vakit geçmek üzere diyerek, hızlandırsam adımlarımı, şadırvanın taburelerine otursam. Paşam beni beklese, duvar dibinde.
Oradan Ahmet amcanın dükkanına uğrasam. Selamımı verip girsem içeri. Sığamayıp çıksam, müşteriden. Beklesem kapı önünde, Okul Müdürü Osman Abi, çocuklar seni bekliyor dese bana, üniversite okumuş kariyer sahibi rol model için. Ben kariyeri bıraktım abi desem. Ona rağmen, ertesi gün için randevulaşsam. Telefonum çalsa. Açsam, annemle konuşsam, teyzemlerin de selamını iletse. Can’dan bahsetse, Efe’yi anlatsa. Bir ara geleceğim desem, ellerinden öpsem, kapasam. Dükkan boşalsa, girsem. Ahmet Amca, hadi yine iyisin desem, Allah arttırsın desem. Yerli turist akını başladı dese, Allah bereket versin dese. Benim sosumdan kaldı mı desem, üzülse, yarına teyzene söylerim yapar dese, akşam sana evden bir kase getirim dese. Yok desem, bir kaç günlük var desem, aceleye gerek yok desem. Hanife Teyzenin yeni denediği bir sosu bana verse, bunu dene bakalım, sevecek misin dese. Akşam ezanı okunsa, vedalaşsam, elini öpsem Ahmet Amcanın, ayrılsam dükkandan. Paşam’a seslenip eve doğru yürüsek. Fikriye Hatun verandaya oturmuş, keyif kahvesi ile sigarasını tüttürürken girsem bahçeye. Paşam kulübesine koşsa, ben evime girsem. Mutfakta güzel kokulu bir tencere kaynıyor olsa. Üzerimi değişsem, bir eşofman, bir tişört. Otursak sofraya, tam Fikriye Hatun yemeği koyduğu sırada bu sefer de babam arasa. Kısa bir sohbetten sonra, çorbadan bir kaşık alsam. Bir baksam ki, Fikriye Hatun ayaklanmış, gidiyor. Hüsmen Abin bekler, ben gidiyorum, vardiyadan dönmeden, yemek hazırlayayım dese. Çağır buraya gelsin desem, Hüsmen Abi de gelse. Yemek yesek, sofrayı toplasak, onlar evlerine gitse ben de bir keyif sigarası yaksam. Ay dolunay şeklinde bahçemi ışıtsa. Akşam sefaları açmış olsa.
Telefon çalsa. Doçent arasa, oyuna çağırsa. Dün akşamki gibi oynayacaksan gelmem desem ama koşarak gitsem. Sohbet, muhabbet, şamata, çay, kalabalık. Geceyi etsek. İmam’ın öğretmen eşinin yarın akşam bizi yemeğe, hem de mantı yemeğe davet ettiğini duysak. Kabul etsek. Doktor hemen, rakıyı ben getiririm diye dalgasını geçse. Doçent, rakıyla mantı olmaz, sen rakıyı hafta sonu benim bahçeye gelirken getir. Size tenekede tavuk yapacağım dese. Doktor, benim misafirim gelecek olmaz dese. Hayırdır, kim diye sorsa İmam. Dönem arkadaşı bir kalp doktoru arkadaşının, onların özel hastaneyle anlaştığını, yerleşmek için yer aradığını, buraya da bakacağını söylese. Doçent, onu da al getir dese. Hafta sonu için de plan yapılmış olsa.
Bahçeden girdiğimde, Paşam yan gözle bana baksa, istifini bozmasa, uyuklamaya devam etse. Eve girip, pijamalarımı giyip yatağa girsem, kitabımı alsam elime. Uzun uzun kitap okusam, uykum gelmese. Kitap ayıracını çıkarıp kenara koysam, kitabı kütüphaneye koysam, üzerine tarih düşsem, okundu diye işaretlesem. Yeni bir kitap alsam elime, ilk sayfasını bitirmeden, gözlerim kapansa, ışığı kapatsam, uykuya dalsam. Sabah ezanıyla uyansam. Yüzümü yıksam, huzura kavuşsam. Kitap okuduktan sonra yine uykuya dalsam.
Paşam’ın sesiyle uyansam. Ali gelse, hazır mısın abi dese. Geliyorum desem, sekiz dakika sonra kapıdan çıksam. Birlikte okula gitsek, kariyer sahibi rol model niyetine çocuklarla sohbet etsem. Sonra Ali ile öğretmenler odasına gitsek, bir çay içsek, bir simit yesek. Oradan çıkıp, elektrikçi İbrahim’e uğrasam. Bir kaç işinde yardım etsem. Telefondan e-postalarıma baksam. Hızlıca eve dönsem, yeni bir iş için teklif hazırlasam. Huriye Anne gelse, elinde bir sepet yumurtayla, teşekkür etsem ama gerek yoktu desem, bana borçlu hissetmeyin desem, evindeki tamiratları yaptığım için yine teşekkür etse.
Kaç gündür bahçeyle ilgilenmedim, biraz bahçeyle ilgilensem, çapalasam, olmuş mahsulü toplasam. Paşam yine yerini bilip, mahsule yaklaşmasa. Saate baksam. Vakit geliyor desem. İşimi tamamlayıp, çarşı meydanındaki camiye gitsem. Cuma bu gün, hayırlı cumalar desem bir kaç esnafa. Birkaçı hatırlasa günü, koşarak yetişse. Namaz sonrası kuru fasulye yemek için Fasulyeci Ekrem’e gitsek. Birkaç kişi. Yine hesap yüzünden hengame yaşasak. Sonra, Dursun Reis’in yanına gitsem. Balık kasalarına yardım etsem. Çay ikram etse bana. Hayat dair öğütler verse. Oğlunu anlatsa bana yine özlemle. Gözünde iki damla akamayan gözyaşı ile.
Akşamı etsek yine kitapla, gazeteyle, sohbetle, çayla, huzurla, mutlulukla. Halime Teyzeye uğrasam, bir ihtiyacı var mı diye. Torunları için hazırlık yaparken mutluluktan gülen gözleriyle bana yeni fırından çıkmış poğaça verse. Haftaya onu doktora götüreceğimi hatırlatsam. Kontrol zamanını atlama diye uyarsam. Sonra Şerafettin’in eşi Hülya’ya kendi elimle yaptığım ayva reçelinden hediye götürsem, mantının karşılığı. Ne de olsa sık sık bana yemek yapar. Acaba bekarlıktan dolayı bana üzüldüğü için mi, yoksa yemek yapmayı sevdiği halde, Şerafettin’in yemekle arası olmadığından, yemekleri tırtıkladığı için mi? Çocuklar gelse yanıma masada. Reçel kavanozuna sarılsalar. Tolga Amca da gelecek değil mi diye sorsalar, babam dedi ki, Tolga Amcanızı gelince kızdırın biraz, evvelsi akşam yenildiği için, deseler. Gelecek desem, kızdırın ama sizi yakalarsa ağacın dalına asar geçen seferki gibi diye uyarsam. Gülüşsek. Hülya’nın kızları heyecanla Gül’ü bekleselerr. Oyun arkadaşları olsalar.
Tolgalar gelse. Çok tatlı insan olsa, iyi bir anne olsa şu Nergis. Yüzü sürekli gülse. Allah bozmasa. Kucağında altı aylık Murat, yanında elini tuttuğu 9 yaşındaki Gül olsa. Tolga nerede derken, arkadan geliyor olsa. Arabanın anahtarı elinde olsa, omuzunda bebek çantası ile. Eşine çok yardımcı olsa. Nergis, Murat doğunca izne çıkmış olsa. O da hastanede çalışıyor olsa ama idarecisi olsa hastanenin. İyi bir işletmeci olsa. Hastanenin durumu o geldikten sonra oldukça iyi hale gelse. Hayalleri kendi hastanelerini açabilmek olsa. Tolga Doçentliğini aldıktan sonra daha fazla düşünür olsalar bu hayallerini. Kemal ile okuldan tanışsalar. Tolga iç hastalıkları uzmanı olsa. Soğuk görünümlü bu herifin içinde Nergis’in yüzü gibi tatlı bir insan olsa, görebilen için.
Kemal arasa. Siz başlayın, biz gecikeceğiz dese. Eşi henüz gelmemiş olsa bankadan. Nur yeni terfi almış olsa. Bankanın ikinci müdürü olmasından dolayı çok çalışıyor olsa. Allah bu insanları ne güzel çıkarmış desem benim karşıma. Şükretsem. Hülya, Nergis, Nur bana kardeş gibiler desem kendimce. Şerafettin’i, Tolga’yı, Kemal’i tam bir dost hissetsem kendime. Kemal çocuk doktoru olsa ve çocuk istese ama Nur, o konuda çok kesin olsa. İki yıl daha vakti var dese. Kemal de hala çocuk dese. Ben iki çocuğa bakamam dese. Zaten her iki ailede de ikiz var dese. Tedirgin olsa.
Biz yemeği yarılamışken, Kemal ile Nur gelse. Kızcağız o halde bile hemen benim en sevdiğim tatlısından yapmış ve sıcak sıcak getirmiş olsa. Dolaba koysa ki soğusun. Ben soğuk sevsem. Ortada bana özel bir ilgili var gibi olsa. Kuşkulansam biraz. Ama anlamasam Ne oluyor, neden, desem. Her zamanki gibi bir ilgi mi desem ama Nur ve Kemal bir garip olsa.
Sohbet güzel, eğlenceli, yemekten sonra çay sefası olsa. Kemal, Şerafettin’e takılsa. Bir rakı olsaydı da içseydik şimdi dese. Benim evde içiyor olsa ama Şerafettin’in evinde asla. Şerafettin ilahiyat okumuş olsa. Üniversitede yardımcı doçent olduktan sonra Hülya ile tanışmış olsa. Doçentliğini almadan, ayrılsa üniversiteden. Ailesinin işini yürütse. Hülya ile evlenip, şehir yerine kasabayı seçmiş olsalar yerleşmek için. Tarlaları var olsa. Bildiğin çiftçi olmasına rağmen biz imam desek ona. Kuralları konmamış müthiş bir saygı olsa aramızda. Hülya zeki bir fizik öğretmeni olsa lisede. Çocukları Sedef ile Doğukan, Sedef 8 yaşında. Doğukan 10 olsa.
Saat on bir olsa.Gül ve Sedef içeride kanepeye kıvrılmış, Hülya üstlerini örtmüş olsa. Murat hala kıpır kıpır halde kucağımda, Doğukan’la oynasak. Çocukları sevsem. Ama sıkılınca annesine teslim edebileceğim türden olanları.
Vakit hayli geç olsa. Ayrılmadan önce Kemal hatırlatsa. Yarın öğleden sonra arkadaşının ailesi birlikte geleceğini, önce kasabayı gezdireceğini yerleşebileceği yerleri göstereceğini istersek onlara katılabileceğimizi, sonrasında da akşam bahçede onları ağırlayacağını ve bizim de gelmemizi istediğini.
Sabah olsa, Paşam’la birlikte meyve ağaçlarına baksak. Çiçekleri fotoğraflasak. Kahvaltı masası hala dursa öylece. Radyoda gülmeye sevk eden sohbetler olsa. Bahçeyle uğraşırken kendi kendine gülse insan. Bahçedeki atölyeye girsem. Tahtalardan oluşan öbekten birkaç parça alsam, kessem, çaksam, boyasam, bahçe çitlerini tamir etsem. Paşam o kadar da söz dinleyen bir köpek olmadığı için zarar vermiş olsa, bostanın çitlerine. Kızsam ona, utansa, sırnaşmaya başlasa bana. Bir araba kornası çalsa bahçe duvarının önünde. saate baksam. Saat akşam olmak üzere olsa. Kalabalık arabadan Kemal seslense, biz eve geçiyoruz, haydi gel dese. Paşam heyecanlansa, koşsa, havlasa, herkes şaşırsa. Ne oluyor dese bu hayvana.
Telefonum çalsa. İmam, haydi oğlum, gelsene, seni bekliyoruz dese. Tamam desem, yoldayım desem. Paşam önde ben arkada yürüsek Kemal’lere doğru. Arabayla yanımdan Tolga’lar geçse. Maaile. Korna çalarak. On beş dakika sonra biraz gecikmiş olarak bahçe kapısında içeri adım atsam. Kalabalık masada sohbet güzel gözükse. Çocuklar bahçede koşsa, Murat kendi koltuğunda onlara katılmak için çırpınsa.
Masanın üstü öyle dolu olsa ki, elimdeki kendi bahçemden topladıklarımla yaptığım meyve suyunu koyacak yer bulamasam, Nur elimden alsa, bir yer gösterse bana. Oturmadan tanışsam misafirlerle; Ayşe Teyze, Aydın Amca ve Doktor Zeynep.
Ayşe ile Aydın, doktor hanımın anne ve babası, doktor hanım Kemal’in çok yakın arkadaşı olsa. Doktor hanımın ailesi de tanıyor ve seviyor olsa Kemal’i ve Nur’u.
Hoş, eğlenceli, muhabbet dolu bir akşam yemeği, uzun soluklu bir kahve ve çay faslından sonra eve dönüş vakti gelse, çocukları kucağımızda arabalara taşısak, evi yakın olanları evine kadar bıraksak. Herkes gitse, en son çocuksuzluklar olarak, yediklerimizi hazmetmek için kısa soluklu bir gece yürüyüşü yapıp, evlerimize dağılsak. Ama çevremdekilerin üzerinde değişik bir hal olsa, anlam veremesem, gizli bakışlar ve gülücükler yakalasam yüzlerinde. Umursamasam. Eve gitsem, yatağa girip, kitabıma dalsam. Uyusam.
Pazar sabahının verdiği dinçlikle sabah yürüyüşü için huzurdan sonra sahile insem Paşam’la. Dursun Reis’le selamlaşsam. Ağları atsam tekneye. Kasalara yardım etsem. Paşam’ı denize soksam. Oynasak, koşsak sahilde. Elimde ucu koparılmış, fırından yeni çıkmış bir ekmek olsa. Yürüsem nefis havayı içime çekerek. O sırada karşıdan biri gelse, siyah gözlükleri gözünde, saçları toplanmış ve siyahlı, pembe işaretli şapkanın içine konmuş, beyaz tişörtün üzerinde siyah ince, spor bir yelek, gri bir eşofman altı, siyah, pembe işaretli bir spor ayakkabısı, kulağında kulaklık ile. Tanımasam, yanından geçsem, geçerken seslense, Cem. Dönsem, şaşkın bir ifade ile baksam. Bu sırada Paşam arkamdan koşarak yetişse ve Zeynep’in üzerine sıçrasa. Konuşsak ayak üstü. Paşam’ı sevse, oynasa onunla. Birlikte yürümeye başlasak. Yeni çıkmış ekmeğin diğer ucunu da O alsa. Yemeğe başlasa. Havadan, mekandan, denizden konuşsak. Yol bitse, evimi tarif etsem, nezaketen davet etsem, vedalaşıp ayrılsak.
Sıradan bir Pazar günü geçirmeye devam etsem. Bahçe, Paşam, Dursun Reis, Kahveci Mustafa, Elektrikçi İbrahim. İkindi vakti, henüz başlamışken, bahçe kapısı açılsa, güneş arkadan ışıklarını vurduğu için kimin geldiğini göremediğim halde, Paşam koşsa hemen, havlasa, heyecanlansa. Yaklaştıkça gelenin Zeynep, Ayşe Teyze ve Nur olduğunu görsem. Yürüyüşe çıktıklarını, bana kahve içmeye geldiklerini söyleseler. Nur hemen mutfağa girmeye yeltense, engellesem, kahveleri ben yaparım desem. O sırada Zeynep, ellerini yıkamak için içeri gelse, evimi çok beğense, düzenine, kütüphaneme bayılsa. Böyle bir ev bulsa hemen tutup yerleşebileceğini söylese, ben de bir misafir odam var, istediğin zaman gelebilirsin desem. Kahvelerimizi içmeye başlasak. Ayşe Teyze ile çok eğlenceli sohbet etsek, Nur arada bana bakıp, gülümsese. Zeynep o sırada çiçeklerle meşgul olsa, oradan bize laf yetiştirse. Biraz sonra, bahçenin önünde bir araba dursa, Aydın Amca ile Kemal gelse, vedalaşsak, Ayşe Teyze ile Zeynep arabaya binip gitse, Kemal ile Nur kalsalar.
Kemal, hemen konuyu açıp, kendine has komik ve argo üslubuyla sorsa, hatunu nasıl buldun, güzel kız değil mi, dese. Nur da teyit etse güzelliğini. Birbirimize yakışabileceğimizi söylese. Konuyu yine benim evlenmeme getirseler. Ben de Zeynep’in güzel bir insan olduğunu ama evlilik konusunu açmaya gerek olmadığını söylesem ve konuyu kapatmak için onları Dursun Reis’in teknesinde, Dursun Reis ile daha önce yapmayı planladığımız hamsi partisine götürsem.
Birkaç gün ve gece geçse aradan. Birkaç sene önce geçirdiğim kalp krizi nedeniyle kullandığım ilaçlarımın raporunu yenilemek için hastaneye gitsem, Kemal’in hastaları olduğu için Tolga ile görüşsem önce. Zeynep’in işe henüz başladığını öğrensem. Yan taraftaki çiçekçiden, bir demet kır çiçeği alsam. Karta tebrik mesajımı yazıp, çiçekçi çocuk ile göndersem. Çiçekçi çocuk, odadan çıktıktan sonra da ben girsem odaya. İlk hastan geldi desem. Durumu anlatsam. Detaylı kontrollerimi yapsa. Raporları yenilese. Teşekkür için öğlen yemeğine davet etsem. Çıksak, kısa süren bir yemekten sonra, yeni tuttuğu eve gideceğini söylese. Geçerken bıraksam, herhangi bir ihtiyacı olup olmadığını sorsam, istediği zaman yardımcı olabileceğimi söyleyip ayrılsam. Ailesine de selam söylesem. Annesi ile camdan selamlaşsam. Kemal ile telefonlaşsam. İşlerim olduğu için uğrayamadığımı söylesem. Şehirdeki işlerimi hallettikten sonra, eve dönsem. E-postalarımı cevaplasam. Huzura kavuşsam. Kitap okusam, Fikriye Hatun’un yaptığı yemekleri ısıtıp yemek yesem. O sırada telefon çalsa. Tanımadığım bir numara arasa, açsam, kendini tanıtsa, merhaba ben Zeynep. Önce özür dilese, rahatsız ettiği için, numarama nasıl ulaştığını söyledikten sonra, evde elektriklerin sadece kendi dairesinde gidip geldiğini, Kemal’in, benim yardımcı olabileceğimi söylediğini söylese. Hemen bir meslektaşımdan yardım istesem, elemanını yönlendirsem, arızayı çözse. Sonra yine arasa Zeynep, teşekkür etse. Özellikle babasının bu işe çok sevindiğini, dizisini seyredebileceği için mutlu olduğunu söylese. Selamlarını iletse. Vedalaşsak. Uykuya dalsam. Bir anda gözüm açılsa, uyku tutmasa. İçimde garip bir his oluşsa. Kalkıp kitap okusam. Bilgisayarla uğraşsam, televizyonu açsam. Sabahı zor etsem.
Kahvaltıdan sonra hemen çıksam, bir pantolon bir tişört. Hastaneye gitsem. Kemal ve Tolga ile görüşsem. Sadece Zeynep’in hoş ve beni etkileyen bir kız olduğunu söylememe rağmen, hemen eşlerini ve İmam’ı arasalar. Bu iş tamam diye konuşsalar ve gülüşseler. Ben şaşkın vaziyette onları izlesem. Ne oluyor diye sorduğumda, geçen hafta sonunun, özellikle kurgulandığını, bir tek Zeynep ile benim haberimizin olmadığını, herkesin bizi tanıştırmak için çabaladığını, Zeynep’in ailesinin de Kemal sayesinde benden haberdar olduğunu ve işe dahil olduklarını anlatsalar. Telefonum arka arkaya çalsa, önce İmam, sonra Nur, sonra Nergis, sonra Hülya arasa. Mutluluktan konuşamasalar, çok sevinseler. Ben sadece sorulara cevap versem ve hiçbir şey anlamasam. Şaşkın şaşkın durumu kavramaya çalışsam.
Sonrasında, durun bakalım desem. Sadece benim tarafımla bakmayın, Zeynep ne der desem. O zaman Tolga da Kemal de duraksasa. Hakikaten, O’nun durumu ne acaba diye o zaman akıllarına gelse ve Kemal hemen Nur’u arasa. Zeynep ile konuşmasını söylese. Hatta akşam yemeğine çağırmasını istese. Ben hastaneden çıktıktan sonra, birkaç gün iş için ayrılsam kasabadan. Zeynep de eşyalarını almak için Muğla’ya dönse ailesiyle. Birkaç gün uzak kalsak bizim oralardan. Kimse görüşemese Zeynep’le. Telefonla da konuşmasalar bu konuyu, hayır demesi daha kolay olabileceği için. Biz bu süre içerisinde bir kez mesajlaşsak Zeynep’le. Elektrikçi çocuğun telefonunu öğrenmek için.
Ben gece kasabaya doğru yola vursam kendimi, bir benzinciye uğrasam. Yemek için, tuvalet için, yakıt için. Lokanta kısmında bir baksam, Zeynep. Eşyalarını kamyonetle yollamış, kendisi de kamyonetten önce gelebilsin diye otobüsle gece çıkmış olsa yola. Tek başına. Arabasına dün biri çarpmış olsa ve araba serviste olsa, babası ve annesi servisten çıkınca alıp gelecek olsalar, kızlarının yanına.
Hemen, bagajını alsak otobüsten, arabama geçse Zeynep, birlikte gitsek şehre, onu eve bıraksam. Ben de devam etmek üzere harekete geçecekken, kamyon gelse evin önüne. Yardımcı olsam Zeynep’e. Eşyayı taşıtsak, taşısak. Kamyon gitse, eşyalar ortada, Zeynep panik, yerleştirme telaşında olsa. Onu o halde bırakmak olmaz deyip, yardım etmeyi teklif etsem, Zeynep ikiletmeden kabul etse ve çok mutlu olsa. Yerleştirmeye başlasak, taşısak, koysak, çarpışsak, düşürsek, kaldırsak, terlesek, acıksak, yemek yesek, yorgunluktan bitap düşsek, akşam olsa. Ben vedalaşsam, teşekkür etse, sarılsak, sarıldığımız sırada, ben seni seviyorum desem. Sarılmaya devam etsek. Öpsem, öpse. Vedalaşsak, ayrılsak. Eve gelsem.
Sabah vaktiyle kalksam, huzur sonrası Zeynep’in telefonuna ileti göndersem. Hemen cevap gelse. Kalktım, işe devam ediyorum dese. Seni almaya geliyorum desem. Kahvaltıyı bende yapacağız desem, yolda bizimkilere sürpriz yapmaya karar versek. Kahvaltıyı hazırlamadan önce herkesi arayıp, bana çağırsam. Israr etsem.
Herkes hafta sonu rehavetiyle gelse, mutfaktan Zeynep’in çıktığını görse. Şaşkınlık içinde susup kalsalar, kendilerine geldiklerinde tebrikler, konuşmalar, kahkahalar olsa.
Kendime geldiğimde, yine masamın başında, önümde notlarım, kafamda garip düşünceler, gerçek dünyanın sorunlarına dönmüş, buralardan çekip gitmek istediğimi düşünüyorum.
...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder