21 Haziran 2024 Cuma

BAHAR'I SEV...

Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları…

Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana.

Ocağı tütmeyen, damı akan, ayakkabısı su alan, elleri ayakları ısınamayan buz gibi evlerde yaşayan aileler gelir aklıma. 

Hele de bu haldeki çocukları unutuverir insan, soğuk kar oyunlarından sonra sıcacık evinde çayını yudumlarken, bir de salep olsa diye düşünüp, kendi çocuklarının mutluluğu ile mutlu olurken.

Renkleri de yok eder zaten hem kış hem de kar. 

Beyaz, bembeyazdır. Saflık, temizliktir ve hatta sessizliktir kar. Ama dünyanın da tüm renklerini götürmüştür. Ya siyahtır ya da beyaz etraf. Renk yoktur. Peki ya sesler, sesler de yoktur. Sakinlik ve sessizlik kaplamıştır etrafı. Çıt çıkmaz sanki.

Kısılmışlıktır kar. Sevdiklerine ulaşamaz insan, yolda kalanların halinden anlayamaz, şömine karşısında, mangal başında keyifle ısınırken. 

Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları.

Sanmayın ki yaz mevsimini severim. Yazcı da değilimdir. Deniz güzeldir tamam ama girmesem de olur. O sıcağın altında, deniz ne yapsın, denizi ne yapayım. 

Ben baharı severim. Hem ilkbaharı hem sonbaharı. Doğa uyanır ilk baharda tazelik kokar etraf. Sonbaharda da uyku öncesi o güzellik, tarif edilemeyen renkler, renklerin bin bir tonu. 

Derelerin şırıltısı mı denizin dalgası mı? Bilemem. Ama denizsiz de olmaz. Deniz kenarında yaşayacaksın, sırtın tepelere yaslanacak. Gözün alabildiğince maviye doyacak, uçsuz bucaksız. Sırtın da yeşile dayalı olacak. Kuşun sesi, yaprağın fısıltısı eksik olmayacak, denizin kıyısı da makbul, derenin kenarı da. Su olacak dostum, su. 

Bahar olacak her daim. İster ilkbahar, ister sonbahar. Aşk dolu, aşk kokulu. Hüzün de vardır, mutluluk da. Tıpkı hayatın kendisi gibi. 

Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları.

Yazcı da değilim.

Ben baharı severim hem ilkbaharı hem sonbaharı. İster deniz kıyısı, ister dere kenarı, ister orman içi, ister mera. 

Ot olacak hayatında ama sen ot olmayacaksın, gezeceksin dört bir yanı, memleketini bileceksin. Bilmemek değil, öğrenmemek olacak en büyük günahın. Her şeyi öğreneceksin. Kullanmak için değil, bilmeyen olmamak için öğreneceksin.

Dönüp dolaşıp geleceksin o su kenarına. İster tuzlu olsun ister tatlı olsun o su. Ama bahar olacak her yanın, her zamanın, her anın. Yerde de biraz ıslaklık olacak, bahar yağmurundan kalma. 

Seveceksin. Sevilmemiş olsan da seveceksin ki, hayata tutunabilesin. Neyi sevdiğin önemsiz olacak. Seveceksin. 

Mutlak yaratılanı seveceksin, Yaratan'dan ötürü.




17 Mayıs 2020 Pazar

Müthiş bir devrim; “Sanayi 4.0”


Türk Dil Kurumu sözlüğünde devrim, belli bir alanda, hızlı, köklü ve nitelikli değişiklik olarak tanımlanıyor. Sanayi 4.0 da bir devrim olarak nitelendirildiğine göre, o zaman nitelikli bir değişikli olarak önümüze çıkacak bir durum sanırım bu devrim.

9 Mayıs 2020 Cumartesi

Hayat kaçar mı?


Son zamanlarda yeni dünyada dillere dolanmış bir cümle var, “… bu şekilde yaşarken, hayat kaçıyor…”.

Nedir bu hayat kaçıyor safsatası?

1 Mayıs 2020 Cuma

İçimizden birileri...


Saat 19:30, günlerden bir gün. Müzik platformlarından birinden açılmış bir müzik, kablosuz müzik sistemine bağlanmış. İçe dokunan hafif bir müzik, güzel bir ses ve değişik bir tarz. Çok parlak olmayan, akıllı ev teknolojisinden ampullerle aydınlanan bir salon. Kostarika ve Monarch kahve karışımı ile hazırlanmış bir fincan filtre kahve ile masa başında bilgisayar karşında bir şey yazma isteği ile oturmuşum. Bir yandan ezan okunuyor.

29 Nisan 2020 Çarşamba

Karantina günlerinde hayatın içinden...


Karantina…

Eskiden sadece kelime haznemde basit bir kelimeyken, bugün içinde çok büyük bir anlam taşıdığını fark ettiğim bir kelime.

Kelimenin kökeni İtalyancaymış. Bulaşıcı hastalığa maruz kalan şüpheli durumdaki insan ve hayvanları, hastalığın en uzun kuluçka devresine eşit bir süre kimseyle temas ettirmemek suretiyle alınan önlemlerin tümü. Sağlık yalıtımı aslında.

23 Nisan 2020 Perşembe

23 Nisan


Bugün 23 Nisan.

23 Nisan 1920 ruhu kaldı mı bilemiyorum ama 2020 ruhu ile de olsa bu bayramı kutlamanın duygusu bir başka.

Neden mi?

19 Nisan 2020 Pazar

Can kırıkları...


Bir dizinin adıymış, “Can Kırıkları”. Televizyonda kanal gezerken gördüm bu adı. Gördüğüm günden beri aklımda. Can kırıkları. Ne kadar güzel bir ifade. Herkesin içinde sakladığı can kırıkları vardır mutlaka. Ben de o günden beri kendi can kırıklarımı düşünüyordum.

Olanlar oluyor, sevgi aranıyor...


Ata Demirer’in “Olanlar Oldu” adlı bir filmi var. Bilirsiniz. Kaçıncı kez seyrettiğimi artık ben bile sayamıyorum. Her seyrettiğimde, aynı sahnede, aynı şekilde bir iç çekilmesi yaşıyor, gözlerimden akan yaşlara hâkim olamıyorum. Sözde komedi filmi ama işte gel gör ki insanda eksik olan ne varsa, komediymiş, gerilimmiş, drammış fark etmeden gün yüzüne çıkıyor.

Filmin baş karakterlerinden biri Aslı, diğeri de Zafer. Zafer, Aslı’ya sürekli Aslıcan diye hitap ediyor. Ayrılacakları gece Aslı, Zafer’e “neden bana Aslıcan diyorsun?” diye soruyor. Zafer, “senin gözlerine baktığımda canım acıyor” diyor.

Sevdiğinize bakarken sizin de canınız acıdı mı hiç?

10 Kasım 2018 Cumartesi

10 Kasım...

Atatürk…

Ben beş yaşımda ilkokula başlamışım. Önce ana sınıfı sonra da birinci sınıf. Böylece uzun sürecek öğrenim yaşantımın da başlangıcını yapmış oldum. Uzun sürecek diyorum, sakın yanlış anlaşılmasın, akademik anlamda bir öğrenimden değil, hayat boyu öğrenimden bahsediyorum. Çünkü hayat boyu öğrenim okumayla başlıyor bence ve ölene kadar gidiyor. Burada doğum ile başlayan öğrenme sürecinden bahsetmiyorum. Okuyarak, yaşayarak bir şeyleri öğrenme. Büyük bir ikilem vardır ya hani, çok okuyan mı çok gezen mi daha çok bilir, ben bunun cevabını veremiyorum. Ancak, benim gibi çok gezmeyen biri dahi olsanız okuyarak birçok şeyden haberdar olabiliyorsunuz.

11 Aralık 2017 Pazartesi

5 Şubat 2016 Cuma

Bilinçli yaşam formunun iletişim biriminden önemli bilgilendirme

     Günün birinin gecesinde, sabaha yakın bir saatin yelkovanının başına buyruk dolaşımı sırsında; oligarşik, teokratik, teknokratik, monarşik, demokratik yönetim şekillerinden birine, birkaçına veya tümüne, bazen de hiçbirine sahip, sinir, hormon, his ve vücut bütünlüğünü korumaya çalışan, yönetim merkezinin kalp mi, beyin mi olduğunun henüz kararı verilememiş olan, bir ruh, yaşam ve karakter formunun meclisi mebusanında, parlamentosunda, kurucular meclisinde, yönetim odasında, has odasında, genel kurmayında, herhangi bir oylama yapılmaksınız, 983.548.776.212.001 sıra numaralı aşağıdaki yaşam kanunu onaylanarak, yürürlüğe girmiştir.  Bu yaşam kanunu metninin, sinir, hormon, his ve vücut bütünlüğü dahilinde uygulanması için mevcut veya gelecekteki dolaylı ve doğrudan muhataplarına veya yakından uzaktan ilgisi olmayanlarına tebliği amacıyla, herhangi bir yerde yayımlanmasına, ifşa edilmesine, gerek olmadığına da kararın verildiği anda karar verilmiştir.

3 Şubat 2016 Çarşamba

Pil motoru misali

Yazım Tarihi: 16.02.1996


Gelin sizinle bir pil motorundan vantilatör yapmaya çalışalım. Pil motorunun besleme girişlerine bir pil ya da adaptör yardımı ile gerilim uygulayalım. Pil motorunun ucuna taktığımız pervane dönmeye başlayacaktır. Eğer giriş gerilimini doğru bağlamışsanız, pervane arkadan aldığı havayı ileriye üfleyerek serinlemenize yardımcı olacaktır. Aksine girişleri ters bağlamışsanız, bu sefer motor ters dönecek ve önden aldığı havayı arkaya üfleyecektir, bu durumda size pek bir fayda sağlamayacaktır. 

Yurttan geyik manzaraları

Yazım tarihi: 10.02.1996
                                                                                                                                            
Kültürümüzü kaybettiğimizi düşündüğüm şu günlerde, insanların bir arada bulundukları ortamlarda yaptıkları, argoda “geyik” olarak adlandırılan, bir takım fiilleri anlatmak istiyorum sizlere.

Gizli kamera mı var?

Yazım Tarihi: 26.12.1996

Bugün, otobüste 13-14 yaşlarında bir çocukla karşılaştım., üzerinde ortaokul forması vardı. Kapının önündeki basamaklarda durmuş meraklı bir şekilde etrafa bakıyordu. Elinde, kimin için alındığı belli olmayan bir paket, pastane poğaçaları için hazırlanan paketlerden.

Devlet memuru olman dayanılmaz ağırlığı

Bu gün üniversiteden mezun olan gençlere sorsanız, büyük bir çoğunluğu KPSS sınavına girip gereken puanı alarak, devlet memuru olmak istediklerini söyleyeceklerdir.
Evet. Devlet memuru olmak bazı açılardan büyük bir avantajdır. Nelerdir bu avantajlar? Gelin şöyle maddeler halinde sıralayalım.

Atasözlerimizin güzelliği

Atalarımız ne güzel söylemişler, "okumak cahilliği alır, eşeklik baki kalır" diye. İnternet sözlüklerinde bu atasözünün anlamlarını incelediğinizde "okumanın insan hayatında yalnızca bilgi ihtiyacını karşıladığını ancak içinde art niyet varsa veya düşünme kabiliyeti yoksa eğitimin hiçbir yarar sağlamadığını anlatan atasözümüz" olarak açıklama yapıldığını görebilirsiniz. Elbette bunun dışında bir çok açıklama bulabilirsiniz veya siz de bunun açıklamasını kendiniz verebilirsiniz. Ancak, burada benim asıl dikkatimi çeken şey şu oldu. Diğer açıklamalarda olsun benim detaya girmeden vereceğim açıklamalar olsun muhtemelen göremeyeceğimiz şu iki kelime.

Art niyet.

Sanki insanlar

Yazım Tarihi: 30.11.1996 

Seyahat ederken, mesleğimden dolayı, tüm enerji nakil hatlarını incelemeye çalışırım. Bunu yaparken daima mesleki gözle inceleme yaparak tüm ayrıntıları öğrenmeye özen gösteririm. Bundan bir süre önce, yine böyle bir inceleme sırasında, bakış açım farklı bir noktaya kaydı.
Bu hatlar ne kadarda yalnız gözüküyorlardı. O kadarda ihtişamlı olmalarına rağmen. Özellikle 380 kV.'luk direkler.

Çamlıca TV Vericisine

Yazım Tarihi: 18.10.1996
Dünyanın en güzeli... - 1   
Tarih, on sekiz Ekim, saat 15:48, Abdi İpekçi Öğrenci Yurdu’nun tozlu, kırık camlı 7.etüdünde, masamda oturmuş sigaramı keyifle tüttürürken, İstanbul Boğazı’nın güzelliğinde kendimi sorguluyordum. Hava kapalı, dışarıda belediyenin kompresörünün çirkin sesi, etütte kapıyı sert kapayan, ıslık çalan, bağrışan insanlar. Bu sırada, gözlerim güneşi ararken, Çamlıca Tepesi’ndeki TV vericisine takıldı.

AKM'de bir gün

Yazım Tarihi: 30.03.1998

Atatürk Kültür Merkezindeyim. Bir kaç arkadaşım yeni tanıştıkları birileri ile kültür ortamlarına girmek için, program broşürlerine bakıyorlar, hangisine, ne zaman nasıl gitsek diye tartışıyorlar. Bense etrafta güzel kızlar var mı, kimler gelip, en çok ne tür gösterilere merak duyuyorlar diye bir istatistik yapmak için etrafı seyrediyorum. Bir kaç güzel kız, tonton teyzeler ve amcalar. Hepsi güzel vakit geçirmek için, bir şeyler öğrenebilmek için (gittiyseniz bilirsiniz) büyük döner kapıdan içeriye girip, çıkıyorlar. Bende bu kapıdan girenleri seyrediyorum. Genelde girenlerin boyları standart ve tam göz hizamda.

Seni Seviyorum

Yazım Tarihi: 15.02.1998
  
Kadıköy-Beşiktaş vapurundayım. Geminin kıç tarafında, denizi ve İstanbul’u seyrediyorum. Elimde sigaram ve bir parça simit. Kafamı kaldırıp göğe bakıyorum ve hemen martılar etrafımı sarıyor. Her zaman bembeyaz olan tüyleriyle geminin peşinden uçuyorlar. Elimdeki simit parçasını havaya atıyorum, denize düşmüyor, martılardan birinin ağzında. Martılar devamını bekliyorlar, fakat başka yok. ‘Taze simit’ diye bir ses, hemen bir simit daha alıyorum.

Küçük bir hikaye

Arabanın kapsını açarken, nereye gideceği hakkında hiçbir fikri yoktu. Oturdu, kapadı kapıyı. Anahtarı çevirdiğinde arabanın sesi ile irkildi ve kendine geldi. Gaza basıyordu, arabanın sesi kendine gelmesine yardımcı olsun diye. Küçük bir hamle ile yola çıktı. Direksiyon elinde olmasına rağmen sanki araba kendi gidiyordu yolda. Birkaç dönüşü nasıl yaptığını hatırlamadı, ana yola çıkıp kendine geldiğinde.

Yeni Ben

“Yaş otuz beş, yolun yarısı eder” demiş Cahit Sıtkı. Benim için az daha yolun sonu oluyordu otuz beş yaş. Geçirdiğim bir rahatsızlık sonucunda, aslında hiç fark etmesem de tam olarak algılayamasam da sanırım yolun sonu gözükmüştü bana. Tünelin sonundaki ışığı belki görmedim o an ama şimdi düşününce anlıyorum ki, gitmek ve gelmek arasında o ince çizgide bir süre vakit geçirmişim.

Pargalı İbrahim'den alıntı...

Araftayım…

Cennetle cehennem arasında bir yerdeyim. Araftayım.
Benim ömrüm böyle mi nihayet bulacak?
Sizin yüzünüzü gördüğümde cennetinizin bahçeleri açılıyor. Saadete doğru yürüyorum.
Sizden uzakta cehennem ateşleri sarıyor ruhumu. Yanıyorum. Kadere isyan ediyorum.

Sevimsiz bir dönem...

Hayatınızda hiç istemeyerek yaptığınız ve zorunda olduğunuz için başka bir tercihinizin olmadığı fark ettiğiniz,
Köşeye sıkıştığınızı hissettiğiniz, kaçış yolu bulamadığınız, öyle bir an gelir ki gitmek isteyip hiçbir şekilde gitme şansınızın olmadığını bildiğiniz,

İlkbaharı karşılarken

İstanbul da erguvanların, Ankara da ıhlamurların zamanı geldi işte.
Sıradan hayatımızın şairi Orhan Veli'nin de dediği gibi bizi de bu güzel havalar mahvetsin, biz de istifa edelim işlerimizden, biz de alışalım bu havalarda tütüne ve âşık olalım…
Herkes bir şekilde âşık olmak ister, birini sevmek, birine canım demek ister. Ancak, bu kelimdeki anlam o kadar da hafife alınacak bir anlam değildir. Birine canım derken, bu kelimenin altında ezilmemek gerekir.
“Sevilen bir kadın can demekti... Bu yüzden en çok canım denirdi ona, ortasında bir nefeslik elif hacmiyle... Ve can artık söyleyen dudakların kalbinde feda edilmesi gereken değil, esirgenmesi gereken olurdu..."diyor yazar.

Otel odası yalnızlığı


                Karanlık, soğuk ve puslu bir şehir akşamında, otel odası yalnızlığını yaşayan adam, telefona sarıldı. Yalnızlığını paylaşmak için arayacağı kimse yoktu aslında ama telefon rehberinde gezindi durdu. Parmağı bir isim üzerinde takılı kaldı. Dokunsa arayacağı ancak aramak istemesine rağmen aramasının bir anlamı olmayacağını bildiği kadının ismi üzerinde parmağını gezdirdi. Sanki parmağı soğuk bir telefon ekranı üzerinde değil de âşık olduğu kadının dudaklarında geziyormuşçasına hayallere daldı.

Hikayenin başlangıcındaki O kadın...

Yer İstanbul. Yaz mevsimi. Hava sıcak. Çok katlı bir binanın orta yükseklikteki ardışık ofislerinin birinde, iki arkadaş kendi aralarında hem iş konuşup, hem de sohbet ederken, kapıdan giren kadın, öncelikle üzerine geldiği görüşmenin tamamlanmasını bekledi. Konu karışıktı. Piyasaya yeni sürülmüş bir deterjanın pazar payını arttırmak için yapılanlar ve yapılması gerekenler üzerine bir tartışma sürüp gidiyordu. Kadın için anlamsız ve en önemlisi kendi sorularının yanında çok da önemli olmayan konulardı.

Yine yeni bir yıl...

Bu gün bir yılın daha son günü. Ömrümüzde geçen yılların son, kaç yıl olduğunu bilmediğimiz gelecek yıllarımın da ilk günü olacak. Hayatı ne zaman kendimiz için yaşamaya başlayacağımızı bilmeden beklenen gelecek yıllar.

Hayaller ve hikayeler


İnsan bazen çekip gitmek istiyor buralardan. Nereye, nasıl, neden diye düşünmeden, sadece gitmek. Ama öyle bir durumdayım ki, kımıldayamıyorum olduğum yerden. Bir bağlanmışlık, hatta bağımlılık hissi. Çok yıllık bir ağaç gibiyim, köklerim toprağı öyle bir sarmış ki, kımıldayamıyorum. Köklerim kesilirse, kuruyup, solup gidecek gibi oluyorum, öyle hissediyorum. Gidemiyorum. Sonra da hayal dünyasına dalıyorum...

Terk Edilişler Üzerine


Bu akşam çok mutluyum. Uzun zamandan beri unutmuş olduğum bir duyguyu yeniden yaşadım. Ruhumun terk edilmişlik duygusu.

BAHAR'I SEV... Ben sevmem ne kışı ne de bembeyaz karları… Kartopu oynayanlar, kardan adam yapanlar, neşeli çocuklar bir yana. Ocağı ...